₂₈i miss him

8.8K 689 422
                                    




Hayatımın en iğrenç dönemlerinden birindeydim. Yalnızdım; destek alabileceğim, elini tutup ayağa kalkacağım ya da mutluluğumu sığdıracağım kimse yoktu. Annem vardı işte. Sadece annem. Belki de bencildim. Onu sürekli yanımda istiyordum. Bana iyi geldiği için. En önemlisi de onu sevdiğim için.

Aklım onu unutmamı, aynı onun söylediği gibi hayatıma devam etmemi söylüyordu. Ama kalbim, yürüyemesem bile ona koşmamı. Olmuyordu işte yapamıyordum. Ben onsuz, yapamıyordum.

Amerika'ya geleli 1 ay oluyordu. Ve onsuz 1 ay 3 gün 1 saat 12 dakika...

O kadar boş zamanım vardı ki, hayallerimde onunla zaman geçiriyordum. Karavanla yolculuk yapıyor, karavanın arka tarafında onunla sevişiyordum. Uçurtma uçuruyor, onun bütün bedenimi kavramasına izin veriyordum. Ben hayallerimde onu öpüyordum. Hayallerimde ellerini tutuyor, onunla sokaklarda çocuklar gibi geziyor, bağıra bağıra şarkı söylüyordum.

"Miyeon,"

Gözlerimi penceremin tam üstünde bulunan aydan uzaklaştırıp arkamı döndüm. "Efendim anne?"

"Su ister misin?"

Kafamı hayır dercesine sallayıp kafamı tekrar aya çevirdim. Görkemli gözüküyordu. Etrafını kuşatan yıldızlar, parıl parıldı. Gök yüzündeki yıldız olmak istedim, onu görebilmek için.

"Miyeon, dizin acıyor mu kuzum?"

"Hayır, acımıyor." 5 gün öncesinde tekrar ameliyat olmuştum. Dizime takılan platin, doktorun isteği üzerine değiştirilmişti. Çünkü bir aydır fizik tedavi görsem de platin dizimle kaynaşmamıştı. En son yağmurun altında deliler gibi koştuğum için tedavi sürecini uzatmıştım.

Ameliyat olmak ben tekrar yatağa bağladığı için düşünmekten başka yapabileceğim hiçbir aktivite yoktu. Güneş doğduğu anda yatağın içinde deliler gibi havanın kararmasını diliyor, ayın görkemli yüzünü göstermesi için sabırsızlanıyordum. Çünkü geceleri düşünmeyi daha çok seviyordum. Çünkü geceleri onunla geçirdiğim süre daha güzeldi yani hayallerimde.

Annemin telefon zil sesi hastane odasını kuşattığında istemsizce olduğum yerde kıpırdanıp anneme doğru döndüm. Dizimi yastığın üstüne yerleştirip dümdüz yattım. Gözlerimle onu süzerken elindeki telefonu açmıştı. "Efendim?"

Olduğu yerden kalkıp hastane odasının çıkışına yöneldiğinde kafamı hafifçe kaldırarak ona doğru baktım. Odanın içinden tamamen çıkmıştı. Böyle anlarda yalnız kalmaktan nefret ediyordum. Komodinde ki telefonuma uzanıp saate baktım. Saat 22.01 idi. Jungkook'la ilgili hiçbir haber veya mesaj yoktu. Neredeyse her gün arıyordum onu. Ama her defasında duyduğum ses 'Aradığınız kişiye ulaşılamıyor.' oluyordu. Her gün, inatla belki telefonunu açar diye arıyordum.

"Miyeonie!~" Tae'nin şen sesini duyduğumda hızla telefonumu komodine bıraktım. Elimi ağzıma götürüp açılan ağzımı kapattım. İnanamıyordum. Onu görmeyeli o kadar olmuştu ki fena halde özlemiştim.

"İnanamıyorum Tae."

Hemen arkasından içeri giren kişi Nara olmuştu. Ya Jungkook, o da gelmiş miydi? "Miyeon'um aşk çeşmem!"

"Nara, sen de gelmişsin. İnanamıyorum." Gözlerim sevinçten dolarken ellerimle yüzüm kapattım. Bu şu anda en çok ihtiyacım olan şeydi. Onların yanımda olması, beni mutlu ettiği için mutluluk göz yaşlarıma engel olamamıştım.

İkisi de yatağımın kenarlarına oturup beni sımsıkı sarmalamıştı.

"Ah, hadi ama Miyeonie ağlayacağını bilseydim gelmezdim." Hızla ellerimi yüzümden çekip koluna vurdum.

My Dear Teacher | Jeon JungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin