cuarenta y cinco

965 59 9
                                    

Yeliz'den

Öğle yemeği için zil çalınca tüm sınıf bunu beklediğinden bir anda fırladılar. Onların bu hâline hoca kötü kötü bakarken ben gülüyordum.

Hasan ve Burhan'la sınıftan çıkarken son deneme hakkında konuşuyorlardı. Dersanede 3. olmuştum ve daha önemlisi netlerim gözle görülür şekilde artmıştı.

Bunda Çınar'ın etkisini unutmamak gerekti tabii.

Yan sınıftan çıkan Çınar, kolunu omzuma atıp “Çok açım. Seni bile çiğ çiğ yiyebilirim.” diyince bizimkiler imalı imalı bakmaya başladılar.

İlk önce onlara, sonra Çınar'a ters bir bakış attım ve kolunu omzumdan çektirttim.

“Açııığm.” diye gelen Burak, sırtıma abandı.

ÇÜNKÜ BEN DAYANAĞIM, ÇÜNKÜ BEN DUVARIM, ÇÜNKÜ BEN ASAYIM!

Sırtımı aniden çekip ondan da kurtuldum.

“Ceyhun nerede lan?”

“Ceyda ile gitmiştir.”

Sırada beklerken bir şeyler dank etmişti kafama. Çınar, ilk günden beri hep yanımdaydı. Önceki arkadaşlarıyla takılsa da eskisi gibi değildi.

Yanımda olması hoşuma gitse de benim yüzümden arkadaşlarından olmasını istemiyordum. Hem o benden arkadaşlarımdan uzak kalmamı istese veya buna yönelik bir şey yapsa sinir olur, hatta onunla ayrılırdım.

Peki, şimdiki durumumuzun ne farkı vardı?

Tamam, bunu ondan ben istememiştim ama...

Aması vardı işte...

Yemeklerimizi alıp yerimize geçtiğimizde onlar kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlardı ama ben ister istemez dalgınlaşmıştım.

Elime değen şeyle irkilsem de çığlık atmadım Allah'tan. O şeyin, Çınar'ın eli olduğunu gördüğümde rahatlamıştım fakat sonra hocaların da burada olduğunu hatırlayıp etrafı kolaçan ettim.

“İyi misin?”

“Evet.” diyip elimi çekmeye çalıştım.

Elimin sırtını baş parmağıyla biraz okşayıp bıraktı.

Yemekten sonra bahçeye çıkıp fazla durmadan içeri geçtik. Aralığın ortalarını bitirmiş, sonlarına geliyorduk. Hâliyle bu soğukta kıçımız donacağından dışarıya nefes alma kadar çıkıyorduk.

Dershane derslerini de atlatıp artık eve gitme vakti geldiğinde çok yorgun hissediyordum ama uyuyamazdım. Çünkü Tunç hazretleri evimize gelecekti.

Normalde daha erken gidecektik ama ek ders koyduklarından geç vakte kalmıştık. Şimdi babam ve küçük versiyonu Arda da evde olacaktı.

Bu durum beni fazlasıyla rahatsız ediyordu. Çünkü insanlar aile ile tanışma meselesini işler ciddiye bindiğinde yapardı ama biz...

Tamam, ‘üç ay sonra ayrılırız, amaaan’ kafasında değildim ama ciddi bir şey de söz konusu değildi.

ALLAH AŞKINA, DAHA TAM ANLAMIYLA 18 BİLE DEĞİLİZ!!!

Hoş, aileyle tanışma mevzusu benim yüzümden olmuştu ama... İşte yine bir ama...

Omzum umutsuzlukla düştü.

Bu işler nasıl oluyor, bilmiyordum ama böyle ilerlememesi gerektiğinden de emindim.

“Sıkıntı ne? Bugün bir şeyler var sende.” diyen Çınar'a döndüm. Yüzüm beş karış...

“Öncelikle,” diyip ona döndüm. Onu da durdurdum. “Seni arkadaşlarından alıkoymuyorum, değil mi? Sanki eskisi kadar arkadaşlarınla takılmıyorsun ve bu, beni üzüyor. Kendimi kötü hissediyorum.”

“Hayır. Hâlâ arkadaşlarımla takılıyorum. Evet, azaldığını kabul ediyorum ama seni endişelendirecek kadar değil. Hayatıma yepyeni birini aldım, kaldı ki aldığım kişi sıradan bir arkadaş değil, sevgili... Bu normal.”

Başımı eğip ayakkabılarıma baktım. “Bilmiyorum.”

Ayakkabıları ayakkabılarımın dibinde durduğunda kollarını bana sardı.

Ben ki sarılmayı pek sevmeyen insan...

“Üzülme. Senlik bir durum yok. Peki ya sonra? Öncelikle dedin ya...”

Başımı kaldırıp gözlerine baktım. “Çok hızlı gitmiyor muyuz?”

Kaşlarını çattı. “Ne hızı?”

“Yani aileler falan... Bilemedim.”

Biraz geriye giden kapüşonumu tekrar öne doğru getirdi. “Ailelerin tanışması seni korkutmasın. İnsanlar, aileler tanışınca evlenmek zorundaymış gibi hissediyor ama sen öyle hissetme. Hem seninle evlenecek olsam dahi bunu, iş sahibi olmadan gerçekleştirmem. Yani, yaklaşık 7 yıl var bunun için. O yüzden...” diyip son e'yi uzattı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve soğuktan muhtemelen kıpkırmızı olmuş burnuma buse kondurdu.

Sıcak nefesi yüzümü, busesi içimi ısıtmıştı.

“Korkma. Sadece yaşayalım, sevelim. Daha küçüğüz. Bugün çok iyi anlaşsak da yarın anlaşabileceğimizin garantisi yok. Onca yıllık evliler bile boşanıyor. Biz hep böyle kalacağız diye bir şey yok. Tabii ki en ufak şeyde bırakmak olmaz ama sonsuza kadar böyle gidecek diyip zorlamanın, yıpranmanın faydası yok. Umarım sonsuza kadar birbirimizi severiz ama yine de dediğim gibi, kendini hiçbir şey için zorunda hissetme. Kasma. Carpe diem.”

“Sen de hissetme.”

Cebimdeki elimi çıkarıp eline aldı ve kendi cebine koydu. Elimi hareket ettirdiğimde cebinin ne kadar geniş olduğunu fark ettim.

“Vov! Ne kadar geniş cebin var öyle!”

Sesini kalınlaştırıp “Senin elini, kendi cebime koymam için.” dedi.

Kahkaha atarak koluna iyice kenetledim kolumu.

Ona uyup küçük bir kız çocuğu gibi sesimi incelttim. “Peki, gözlerin neden bu kadar büyük?”

Yine aynı kalın sesiyle “Güzel yüzünü daha iyi görebilmek için.” dedi.

“Peki, dişlerin neden bu kadar sivri?”

“Seni daha iyi yiyebilmek için.” diyip kahkaha attı ve burnumu ısırdı.

BURNUMU. ISIRDI. ÇINAR. BENİM. BURNUMU. ISIRDI.

_______________________________________

Hikayenin ortasinda “Lan bu hikaye texting'di” seklinde bir aydinlanma yasadim. Hikayeyi kesip bu aydinlanmayi sizinle paylasmak istesem de yapmadim 😂

Bir sonraki bolum de texting olmaz herhalde. Ondan sonra texting yapar, son bir veya iki bolumu de kamp bolumu yaparak bitiririz gibime geliyor. 🎈

Bugunku ikinci bolum bu arada. Bolumleri gozden kacirmayiniz. 🎈

Erkek Fatma | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin