[story.]
Evin kapısını açıp içeriye girdiğimizde karanlık hol ve uzun koridor bizi karşıladı. Normalde yurtta kalsam da ailem işleri çıktığı için Kanada'ya gitmişti. Bana da bir ay evde rahatça kalabileceğimi söylemişlerdi. Ben de sıkı kuralları olan yurdumuza iki gün önce haber vererek bir metro ve bir otobüs uzaklıktaki eve abimin arabasıyla gidip geliyordum.
Donghyuck ile içeriye girdiğimizde mutfağın sarı renkli ışığını açıp odama ilerledim. O da peşimden geliyordu. Sessizdi, normalin dışında ve kabul edilebilir bir sessizliği vardı. Bu da beni oldukça üzüyordu çünkü Donghyuck sadece gerçekten üzgün olduğunda susardı. Susar, tek kelime etmez ve boş bakışlar yollardı etrafına.
Şu an da yıkılmış görünüyordu.
Odaya girdiğimizde ışığı açacağım sırada kolumu tuttu. Ona döndüm, açık kapıdan mutfağın sarı ışığı az da olsa odamı ve bedenini aydınlatıyordu. Gözleri parıldarken ışığın onu rahatsız edebileceğini ve başını ağrıtacağını anlayarak elimi indirdim.
Montlarımızı astım. Ona dolabımdan yeni yıkanmış siyah bir pijama altıyla aynı renk, siyah, düz bir hoodie verdim. Elimdekileri aldı ve odanın kenarına geçip benden utanmayarak üzerini çıkarmaya başladı.
Eğer normal bir zamanda Lee Donghyuck benim odamda, birkaç metre yanımda soyunsaydı ona kaçamak bakışlar atabilirdim fakat şimdi bakamadım. Heyecanlanmanın veya cinsel şeyler arzulamanın hiç sırası değildi.
Üzerimizi giyindik, ben de lacivert pijama altım ile siyah, düz bir kazak giymiştim. Donghyuck lavaboya girdiğinde bir bardak su içip ışığı söndürdüm, odama da belki Donghyuck susamıştır diye bir tane getirdim. Donghyuck odaya geldiğinde de ben lavaboya girip işimi hallettim. Ellerimi sabunlayıp dişlerimi fırçaladım, ardından aynadaki yorgun yüz hatlarıma bakarak lavabodan ayrıldım.
Odaya girdiğimde su bardağı boştu. Donghyuck yatakta oturuyordu. Perdemin arasından giren sarı sokak lambasının azıcık aydınlattığı odamda yanına ilerledim ve kalkması için elimi kaldırdım. Kalktı, iki kişilik yatağın duvar kenarına, iç tarafa geçti. Ben de dış tarafa geçtim. Üzerimize yorganı örttüm ve bedenimi ona çevirdim. Donghyuck'un bedeni zaten bana dönüktü.
Aramızda mesafe vardı fakat onun vücut sıcaklığını hissedebiliyordum. Ona yaklaşmak istesem de emin değildim. O yüzden bekledim. Belki bir adım atar diye bekledim.
Atmadı.
Donghyuck gecenin karanlığında, yaşlar yüzünden parıldayan gözleriyle gözlerime yorgun bir şekilde bakarken kalbimin hızlanmaya başladığını hissediyordum. Elimi uzatıp bugün babasının yumruk attığı, şimdiden çürümeye başlamış elmacık kemiğine dokunmak istiyordum. Onun çektiği acıları kendime aktarıp onun yerine üstlenmek istiyordum. Onu bu halde görmek beni bitiriyordu. En azından acı çeken ben olursam Donghyuck kendini kötü hissetmeyecekti.
"Teşekkürler Mark," dedi fısıldarcasına. Bana hyung dememesini seviyordum. Beni kendine yakın görüyor olabilme düşüncesi beni sevindiriyordu.
"Birkaç gün burada kal," dedim ben de uykulu bir mırıltıyla. "En azından üstünden biraz zaman geçsin."
Donghyuck bir süre sessiz kaldı. Yüzüme bakarken düşündüğünü biliyordum, büyük ihtimalle benim evimde kalmayı tartıyordu. Jeno'da kalamazdı, şerefsizin tekiydi. Başka arkadaşlarının aileleri onu pek sevmiyordu. Fakat benim yargılayacak bir ailem yoktu, zaten ülke dışındalardı ve ona iyi davranıyordum. Onu koruyordum.
Donghyuck'un korunmaya ihtiyacı vardı ve bunu en iyi ben yapabilirdim.
"Sana yük olmak istemem."
Güldüm. Bana yük olacak en son insan sensin Hyuck, dedim içimden.
"Saçmalama. Başka yerde kalmana asla izin vermem," dedim gülümserken. O da hafifçe gülümsedi.
"Buna sevindim." Fısıldadı. Sessizce esnedi, bir süre daha bana baktı, ardından gözlerini kapadı. İyi geceler dilemedi, büyük ihtimalle söyleyemeyecek kadar yorgundu.
Bir süre ona baktım, ardından ben de uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nuitman
Fanfiction❝ şehrin karanlığında kaybolmuşum. ❞ © dububaoziㅣmarkhyuck [texting & fantastic story] all rights reserved start: 20.11.18 end: 13.02.19