[story.]
Arabada son hız ilerlerken nereye gitmemiz gerektiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Sadece sürüyordum. Eve gidemezdim çünkü barda kameralar vardı ve barmen uyanıp polisi çağırdığında işim bitmişti. Kimliğim ortaya çıkacaktı ve barmen çoktan uyanmış olmalıydı. Evde beni bulacaklardı, beni bulduklarında alacaklar ve ilk baş hapse, sonradan labaratuara bir kobay faresi gibi beni deneylerinin içine koyacaklardı.
Gaza daha çok yüklendim.
"Nereye gidiyoruz?"
"Bilmiyorum."
Donghyuck sağımdaydı. Onu arabaya sokmak zor olmuştu çünkü inatçı ve beklediğimden daha güçlü bir psikolojisi vardı. Ağlamayı keseli çok olmuş, korkmak ise yüzüne geçirdiği bir maskeden, bir numaradan ibaretti.
"Neler oldu?"
Donghyuck elmacık kemiğine bastırdığı ıslak bezle bana dönüp sorumu bir süre düşündü. Ardından kalp şeklindeki dudaklarını yalayıp konuştu: "Dersin ortasında beni alıp bara götürdü. Önce bir şeyler ikram etmeye çalıştı ama ben içmeyince sinirlendi. Barı kapattırdı. Beni sorguladı, senin kim olduğunu sordu. Bir bok söylemeyince de iki adam beni dövmeye başladı. Sonra kendimi bodrumda bir sandalyede buldum. Bana sorular sormaya devam etti. Sonra birden yukarıdan sesler duyuldu, iki adam yukarıya çıktı. Babam bana bir şeyler söyledi ama dinlemedim bile. Sonra kapı patladı ve... Devamını biliyorsun zaten."
Arabayı ana yoldan çıkarıp patika yola çevirdim. Dağların arasında sürmeye başlayıp bir süre ilerledim. Başım dönüyordu, dinlenmem gerekiyordu ama zamanım yoktu.
"Telefonun nerede?" Donghyuck'a bakarak sorduğumda beklemeden arka cebindeki iPhone'unu bana verdi. Arabayı durdurdum, camı açtım ve kendi telefonumu da aldım. İki telefonu da kapatıp sol tarafımızda kalan dağın aşağısına, uçuruma telefonları fırlattım.
Camı kapatıp derin bir nefes alarak arkama yaslandığımda sadece ikimizin nefes alış verişleri duyuluyordu.
"Daha önce söylemeliydin," dedi Donghyuck sessizce. "Bana Nuitman olduğunu daha önce söylemeliydin."
"Ne değişecekti?" Sol elimle ağrıyan başımı ovuşturdum. "Baban yine seni kaçıracaktı. Yine ben 3 kişiyi öldürecektim. Yine her şey boka saracaktı. Hayır Hyuck, hiçbir bok değişmeyecekti. Sadece sen gönlünü daha önceden rahatlatmış olacaktın çünkü seni seven ucubenin yanı başında durduğunu öğrenecektin."
"Geri zekalı."
Duyduğum sözle ona şaşkınlıkla döndüm. Bedenini bana çevirmiş, sırtını kapıya yaslamıştı. Bana gözünü kırpmadan bakıyordu.
"Bu ne içindi?"
"Senin Nuitman olduğunu biliyordum. Aptal değilim," dedi Donghyuck bana her şey ortadaymış gibi bakarak. "Otobüs durağında yanıma poşet bırakıp gittiğin gün gözlerim kapalı değildi salak. Sen bakmadığın bir an yüzünü gördüm. Sonra Yukhei'ler ile parka geldiğinizde ve sen bira almaya gittiğinde o yüzden yanına geldim. Niye yanına gelip seninle konuştuğumu sanıyorsun?"
"Niye bir şey söylemedin o zaman?" Tüm duygularım karışmış gibiydi. Ne diyeceğimi bilmiyordum. "Niye aptalı oynadın?"
"Nereye kadar götürebileceğini merak ettim diyelim," dedi hafifçe, alayla karışık sırıtarak. Gözlerimin içine baktı ve bezi kenara koyarken kafasını hafifçe sola eğdi. Kızıl-kahve saçları alnına düştü ve içim yeniden eridi. "Ve bir şey söylemedim çünkü..."
"Çünkü ne?"
Bu sefer sırıtışını sildi ve sadece gülümsedi. "Yavaş yavaş Mark Lee'den hoşlanmaya başladım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nuitman
Fanfiction❝ şehrin karanlığında kaybolmuşum. ❞ © dububaoziㅣmarkhyuck [texting & fantastic story] all rights reserved start: 20.11.18 end: 13.02.19