[story.]
Yağmur yağmaya başladığında Donghyuck ile Incheon yolundaydık. Deniz kenarındaki bir falezin tepesinde annesi ve ikizinden kalan ahşap bir evin olduğunu söylemişti. Orada telefon çekmiyormuş ve babasının öyle bir yer olduğundan haberi yokmuş.
Birkaç saat boyunca sürdüm. Donghyuck yarı uyanık biçimde dışarıyı izlerken kontrolü kaybetmemek için kendimi sıkıyordum çünkü yorgunluk ve tüm enerjimin bir saat içerisinde tükenmesi beni suyu çekilmiş bir nehir gibi ortada bırakmıştı.
Incheon'a ve Donghyuck'un bahsettiği uçurumun tepesine vardığımızda arkasında ağaçların kaldığı ahşap evi bu karanlıkta zar zor buldum. Eve yaklaştım. Arabayı olabildiğince ağaçların arasına çekip görünmesini engelledim. Böylece sahilden biri baktığında evde birileri olduğunu anlamayacaktı. Yarın en kısa sürede şu plakadan da kurtulmalıydım.
"Mark?" Donghyuck seslenene kadar dışarıya bakakaldığımın farkında değildim. Ona döndüğümde kaşlarını hafifçe çattı. "İçeriye girelim. Yoksa düşüp kalacaksın."
Böylece arabadan buz gibi havaya çıktık. Yağmur çiseliyordu ve anında burnuma denizin tuzlu kokusu ulaşmıştı. Dalgaların kayalara vuran sesini duyabiliyordum. Uğultu vardı. Tepede olduğumuz için rüzgar her şeyi uçururken Donghyuck karanlıkta düşmemek adına uzanıp elimi tuttu ve beni ahşap eve yönlendirdi.
Kapının yanındaki pencerenin önünde duran kapaklı sigara küllüğünün içini açıp evin anahtarını aldığında gerçekten bayılmak üzereydim. Artık dayanamıyordum.
Donghyuck beni karanlık eve soktu ve rüzgarlı havada zorla kapıyı kapadı. Kapı kapanır kapanmaz uğultu ve dalgaların sesleri azaldı. Soğuk hava yerini kuru bir havasızlığa bıraktığında öksürmeden edemedim. Donghyuck elimi öylece bırakıp karanlıkta uzaklaştı. Adım sesleri giderek kısıldığında ve sonunda kesildiğinde kendi kalp atışlarımı duyuyordum.
"Donghyuck?"
İçeriye seslendim, içerinin neresi olduğunu bile bilmiyordum. Karanlıkta olsam da birden başımın feci bir şekilde döndüğünü hissettim. Dizlerim boşaldı ve yere düşmemek için elimi bir yerlere attım. Tozlu, yuvarlak bir sehpa ile üzerindeki eşyalara dokunabildim fakat dengemi sağlayamadığım için onları da düşürerek yere kapaklandım.
"Mark?"
İçeriden ismimi seslendiğini duysam da bir an için cevap veremedim. Yerde sırt üstü uzanırken birden yüksek bir tak sesi duyuldu, ardından evin içindeki tüm ışıklar çalışmaya başladı. Gözlerim kamaştı ve kapamak zorunda kaldım. Fakat sonra tekrar söndü. Donghyuck'un "Hassiktir," diye küfür ettiğini duydum. Adım sesleri yaklaştı.
"Elektrikler atıp duruyor, yarın ışık varken halletmeye çalışacağımㅡ Mark?"
"Efendim?" Zorla konuştuğumda sesimin ne kadar halsiz geldiğini fark ettim. Donghyuck bana doğru yaklaşırken zar zor karanlıktaki figürünü fark ettim. Bana doğru eğildi ve iki eliyle kollarımdan tuttu. "Üç diyince. Bir, iki, üç."
Tüm gücümle ayağa kalktım. Donghyuck kolumu onun omzuna atmamı sağladı ve beni bir yerlere ilerletti. Birkac adımdan ve dönüşten sonra Donghyuck beni bıraktı. Çarşafın çekilip yere atıldığını duydum.
"Neredeyiz?"
"Salon," dedi. "Üst katta yatamayız. Koltuğu çekip iki kişilik yapacağım. Ayrıca şömineyi de yakacağım..." birkaç tıkırtı ve yerde sürtünen tahta sesi duyuldu. Donghyuck ellerini silkeledi. "Tamam, uzan sen. Ben gidip birkaç kibrit bulayım."
Donghyuck gitmeden önce refleks olarak bileğini tuttum. Durdu, göremesem de bana döndüğünü hissettim. "Beni saklamak zorunda değilsin Hyuck. Başına dert açıyorsun. Seni zora sokmak istemiyorum."
Sol, buz gibi olmuş yanağıma sıcacık bir elin konduğunu hissettim. Teni derimi yakıyordu. Donghyuck çok yakınımdaydı ve nefesini hissettikçe deliriyordum.
Baş parmağı yanağımı okşadı, ardından elini indirdi. "Uzan hadi, dinlenmen lazım."
Başka bir şey demeden karanlıkta uzaklaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nuitman
Fanfiction❝ şehrin karanlığında kaybolmuşum. ❞ © dububaoziㅣmarkhyuck [texting & fantastic story] all rights reserved start: 20.11.18 end: 13.02.19