[story.]
Cumartesi sabahı kalktığımda Donghyuck yatakta yoktu. Lavaboya girdim, işlerimi halledip elimi yüzümü yıkadım ve odama geçip yuvarlak gözlüklerimi taktım. Normalde taktığım lensleri takmak oldukça zor geliyordu.
Sessiz evin içinde mutfağa ilerlediğimde Donghyuck'u masada otururken buldum. Önünde bir sürü kitap vardı, sol eliyle saçlarını yavaşça karıştırırken sağ elindeki kalemle kitabın üzerine hızla bir şeyler yazıyordu. Beni fark etmedi.
"Günaydın," dedim. O zaman bana döndü. Üzerinde siyah bir tişört, altında siyah eşofman altı vardı. Kızıl-kahve saçları karışmıştı ve uykulu görünüyordu.
"Günaydın," dedi benim gibi ve test kitabındaki sorusuna döndü. Mutfağa girip buzdolabını açtım ve krep yapmak için malzemeleri çıkarmaya başladım.
"Ders mi çalışıyorsun?"
Yumurtaları kaba kırarken sorduğumda birkaç saniye sonra cevabım geldi: "Evet, hâlâ bir lise öğrencisiyim ve üniversiteye bir şekilde girmem gerekiyor."
"Bir hedefin var mı?"
Yumurtaları çırptım.
"Hayır," dedi mırıldanarak. "Bu şehirde olsun yeter."
"Neden?"
Ocağın altını açtım.
"Gidecek başka yerim kalmadı çünkü."
Krepleri tavaya döküp ocağa bıraktım ve kalçamı tezgaha yaslayarak ona döndüm. O da test kitabından başını bana kaldırarak baktı.
"Duvarlarındaki şiirler hoşmuş," dedi birden bire kalemini bırakıp ayağa kalkarak. "Bu sabah fark ettim. Sen mi yazdın?"
Verdiğim ipucunu anlamaya başladığını hissederek başımı salladım. Kurumuş dudaklarımı dilimle ıslatıp koyu renk saçlarımı karıştırırken yanıtladım: "Birkaçını, evet."
Donghyuck tam yanıma geldi ve birden çok yakınımda durdu, solumdaydı ve yüzü ocağa dönüktü, benim yüzüm ise mutfağa.
Tam solumdan tavaya uzanıp krepleri sallarken başımı ona çevirdim. Yakından kavrulmus teni daha da cezbedici görünüyordu.
Lee Donghyuck bir şiir gibiydi ve ben mısralarını keşfe çıkıp devamını okumak için sabırsızlanıyordum. O kadar güzel, acıklı mısralardı ki bunlar alıp kalbimin içine saklamak istiyordum.
"En çok hangi şiiri beğendin?" Bir cesaretle sorduğum soruyla pişmiş krebi tabağa koyup ocağın altını kapattı.
"Bilmem, sanırım kanlı dumanlarla dolu ciğerlerden bahsettiğin şiir."
Söylediği şeyle ipucumu gerçekten bulmaya başladığını anladım ve kendimi durduramayıp ona tuhaf bir gülüş attım. "Öyle bir şiir yazdığımı hatırlamıyorum."
Benden en fazla 3 parmak kısa olan Donghyuck birden yüzüme uzandı. Üşümüş parmaklarını sımsıcak yanağımda hissettiğimde ne olduğunu anlamadan yuvarlak, altın sarısı gözlüklerimi alıp kendine taktı. Yüzüne hoş bir şekilde oturduğunda hâlâ bana yakında duruyordu.
"Öyle mi?" Diye sordu fısıldarcasına. "Nedense öyle bir şiir hatırlıyor gibiyim. Tuhaf."
Ardından krepi alarak masaya ilerledi. Arkasında bir enkaz bırakarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nuitman
Fanfiction❝ şehrin karanlığında kaybolmuşum. ❞ © dububaoziㅣmarkhyuck [texting & fantastic story] all rights reserved start: 20.11.18 end: 13.02.19