[story.]
"Dışarıda iki silahlı adam var," dedim pencerenin kenarından karanlık ormana bakarak. Kalbim çıkacak gibi atarken yutkunmakta zorlanıyordum. "Eğer çıkarsakㅡ"
"Öldür o zaman." Donghyuck elinde tabancayla oldukça soğuk kanlı bir sesle konuştuğunda kaşlarımı çattım.
"Öylece 2 kişiyi öldüremem."
"Beni kurtarmak için 3 kişiyi gözünü kırpmadan öldürdün," dedi gözlerime doğrudan bakarak. "Şimdi de ikimizi kurtarmak için onları öldüreceksin."
Basit değildi. O an öfkeyle hareket ederek ilk defa insanları öldürmüştüm. Ama şimdi farklıydı. Öfkeli değildim.
Korkuyordum.
Adamlara baktım. Elimi kaldırdığımda ve iyice odaklandığımda içimde tarif edemeyeceğim tuhaf gıdıklanmalar hissettim. Elimi doğrulttuğum adam silahını indirdi. Beni gördü.
İşaret parmağımı havaya kaldırdım. Adamın boynu hızla havaya kalktı ve kırıldı. Ölü bedeni yere serildi.
Yanındaki adam şaşkınlıkla ölü bedene dönerken silahını kaldırdı. Eli telsizine gittiğinde ona doğrulttuğum elimi savurdum. Adam geriye, bir ağaca sertçe çarptı. Bilinci kapanarak yere düştü.
Kendimi bıraktığımda burnumdan akan kanı hissederek kolumun tersiyle sildim.
Donghyuck camı açtı ve dışarıya zıpladı. Peşinden ben de aşağı atladım. Ayaklarım çimenlerle buluştuğunda anında üşüdüğümü hissettim.
"Gidelim," dedi Donghyuck aceleyle elimi tutup beni çekiştirerek. Ölü adamların talsizlerinden sesleri duyuyordum.
"ÇIKMAK İÇİN ŞON ŞANSIN!" Polisin megafonunu duyduğumuzda Donghyuck ile birbirimize baktık. Birkaç saniye sonra tekrar duyuldu. "İÇERİYE GİRİYORUZ!"
Böylece Donghyuck ile aşağıya koşmaya başladık. Giderek hızlandık. Koştukça koştuk. Arkama baktığımda ev ağaçlar yüzünden gözden kaybolmaya başladığında Donghyuck bir saniye bile durmuyordu. Benden hızlıydı, o yüzden elimi tutarken beni sürüklüyormuş gibi görünüyordu.
Ağaçların arasından dağdan aşağı son hızla koşarken birkaç kere takıldım. Karanlıktı ve küçük bir ormanın içinde gibiydik. Nefes nefese kalmıştım. Tanrım, uykudan yeni uyanmıştım ve hiç gücüm yoktu. Bacaklarımın titremeye başladığını hissediyordum.
"Az kaldı," dedi Donghyuck koşarken. Sanki bana değil de kendisini yatıştırmak için söylüyor gibiydi.
Soğuk hava yüzüme ve bedenime bıçak gibi çarparken gözlerim sulanmaya başladı. Nefesim kesiliyordu. Bedenim titriyordu.
"Donghyuck."
Sadece fısıldayabildim, sesim havada yokluğa karışırken duymadığını düşündüm. Fakat elimi daha sıkı tuttu.
"Koşmaya devam et," dedi. "Onların seni almasına izin vermeyeceğim."
"Başaramayacağız."
"Kes sesini aptal," dedi Donghyuck. Artık sesi güçlü çıkmıyordu. Hatta titriyordu. "Elbette başaracağız. Bizㅡ"
Birkaç adım daha attıktan sonra ormandan çıktık. Fakat devam edemedik. İkimiz de olduğumuz yerde kalakaldık. Donghyuck her şeyi algıladığında beni bir ağacın arkasına saklarken nefes alamıyordum.
Kocaman bir ekip yolu kapatmıştı, polis arabaları ve silahlar vardı. Telsizlerle konuşan ekip üyeleri etrafta doluydu. Helikopter o tarafa yaklaşmıştı. Beni bekliyorlardı. Hepsi.
Başaramamıştık. Başaramamıştık.
Beni götüreceklerdi.
Başaramamıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nuitman
Fanfiction❝ şehrin karanlığında kaybolmuşum. ❞ © dububaoziㅣmarkhyuck [texting & fantastic story] all rights reserved start: 20.11.18 end: 13.02.19