8

1K 106 13
                                    


Şirketten çıktığımda saat 17.34'tü. Güney Kore'nin en büyük telefon şirketlerinden birinde yazılım teknisyeniydim. Piyano öğretmenliğini hobi olarak yapıyordum çünkü kurstan gelen para faturaları ödemeye bile yetmiyordu. Yıllık iznim bitmiş ve işbaşı yapmıştım. Önceki yıllarda bir aylık tatilim süresince yurtdışına çıkardım. Her yıl başka bir ülkeyi gezmeyi planlamıştım. Geçen yıl Jisoo ile İsviçre'ye gitmiştik. Bu yıl ise Tayland'a gidecektik ama ben bütün tatil boyunca -yaklaşık üç hafta- aşk acısı çekmiştim. Evden dışarı çıkmamıştım. Aslında bu bir bakıma iyi olmuştu. Yeni evime alışma sürecim tamamlanmıştı bu sürede. Yeni bir eve taşınmamın nedeni ev sahibine küfür etmemdi. Ne var sanki ya. Altı üstü bir küfür. Bence çok abartmıştı. Ama eğer o adam beni o gece o evden kovmasaydı belki de ben O'nu hiç göremeyecektim. Bu düşünce kalbimi ezerken şirketin asansörüne bindim. Zemin kata bastım ve asansörün sağ köşesine geçip yaslandım. Asansörün kapısı tam kapanırken birden açıldı. Şirketin Ceosunun aptal oğlu Jongin içeri girdi. O da benim basmış olduğum kata bastı ve sol köşeye geçti. Aklımın bir kenarına bu aptalla aynı ortamda yalnız bulunmam gerektiğini not ettim. "Ah Bayan Kim sizi yeniden aramızda görmek çok hoş. Özlettiniz kendinizi. Tabi sizi en çok ben özledim." Bu adamdan gerçekten nefret ediyordum. "Bay Kim lütfen söylediklerinize dikkat edin!" Öfkeli sesimle konuştuğumda kahkaha attı. "Neden bana böyle davranıyorsunuz hiç anlamıyorum doğrusu. Amacım kesinlikle kötü bir şey değil." Asansör 8. kata geldiğinde sinirle ona baktım. "Amacınızın ne olduğunu çok iyi biliyorum Bay Kim. Ama cinsel yönelimimi değiştiremezsiniz." Söylediklerimin üzerine keyifle kahkaha attı. "Çok emin konuşuyorsunuz ama fikriniz her an değişebilir. Biliyorsunuz teklifim hala geçerli." Bana bakıp mide bulandırıcı bir biçimde göz kırptı. Asansör zemin kata ulaştığında ona bakmadan konuştum. "Görüşürüz sonra belki de asla."* Dediğim şey üzerine orada kalmış ve hareket edememişti. Ama arkamdan gelme ihtimalini de düşünerek siyah topuklularımı yere vura vura arabama ilerledim. Normalde şirketten çıktığımda direkt eve giderdim veya Jisoo'ya giderdim. Ama bugün çarşambaydı ve benim rotam belliydi. Bugün her şeyi anlatacaktım O'na. Çünkü artık gerçekten sıkılmıştım ve çok yorulmuştum. Düşüncelerimle boğuşurken kafamı dağıtmak için arabanın teybine CD taktım. Müzik O'nu düşünmememe yardımcı olurken bir saatlik yol bitmişti ve ben her şeyin başladığı yere gelmiştim. Arabamı müsait bir yere park ettikten sonra kursa doğru yürümeye başladım. İçimde bir endişe vardı. 'Ya beni istemezse?' Endişelerim ve ben kursun boş lobisinde bekliyorduk. Duvardaki büyük boy aynasından kendime baktım. Yeterince siyah görünüyordum. Terli ellerimi kumaş pantolonuma sildim ve son kez ceketimi düzelttim. Merdivenleri çıkmaya başladım. Siyah topuklularımın çıkardığı tok ses tüm kursta yankılanıyordu. Saat geç olduğu için kimse kalmamıştı. Ya O da gittiyse? Zihnimi yiyip bitiren endişelerim ile 17 numaralı müzik odasına yöneldim. Kulbu yavaşça çevirdim ve beyaz tonlarının hakim olduğu odaya girdim. Oradaydı. Bütün ihtişamıyla tam karşımdaydı. Sarı saçları siyah kazağının üzerinde kıvrılıyordu. Uzun bukleleri kısa kazağının açıkta bıraktığı sırtını örtüyordu. Siyah dar bir pantolon ve siyah rugan ayakkabı giymişti. Görüş açısına girdiğim an bana döndü ve büyük gözleri ile baktı. Aynı benim yaptığım gibi süzdü beni. Gözleri şaşkınlıkla büyümüştü beni inceleyince. Siyahtım çünkü. Aynı O'nun gibi. Gözlerini tekrar benimkilerle buluşturdu. Yavaşça ve sakince O'na doğru yürümeye başladım. Tam karşısında durdum. Topuklularım sayesinde boyum O'ndan uzundu. Başımı hafifçe eğdim. O ise kafasını kaldırmış masum bir şekilde bana bakıyordu. Birimizin konuşması gerektiği kanısına vardım. O'ndan herhangi bir tepki gelmeyince ben konuşmaya başladım. "Şey merhaba. Adım Kim Jennie. Piyano öğretmeniyim ve sen de..." Adını söylemesi gerektiğini belirtirken O tepki vermemişti. Yavaşça alt dudağını ısırmış ve bakışlarını yere indirmişti. Gözlerim dudaklarına inerken seslice yutkunmuştum. 'Tanrım sen bana dayanma gücü ver. Dayanma gücü ver ki dudaklarına atlayıp parçalamayayım.' Konuşma saçma bir yere gitmeden önce devam ettim. "Peki. Galiba söylemek istemiyorsun. Umarım seni korkutmamışımdır. Ama sana söylemem gereken bir şey var." Bakışları anında yerden kalkıp gözlerime çıktı. Parlak gözleriyle sorarcasına bana bakıyordu. Öksürdüm ve devam ettim. "Bak nasıl söyleyeceğim hakkında hiçbir fikrim yok ama söylemek zorundayım. Belki sana yanlış gelecek belki de benden iğreneceksin. Beni bir daha görmek istemeyeceksin ama söylemezsem eğer yaşayamam. Nasıl oldu ne zaman oldu bilmiyorum. Bildiğim tek şey var o da sana sırık sıklam aşık olduğum. Gitmemi istersen giderim. Yeter ki söyle." İtirafımdan sonra yüzü asılmıştı. Üzgün bir ifadeye bürünmüştü. Ama hala konuşmuyordu. Sabırsızlanmaya ve sinirlenmeye başladığımı hissediyordum. Çünkü tek kelime etmiyordu ve bu da beni öldürüyordu. "Lütfen bir şey söyle." Sesim sabırsız ve yalvarır bir şekilde çıkmıştı. "Reddet istersen küfret hatta. Ama bir şey söyle." Sinirlenmiştim artık. Ses desibelim yükselmeye başlamıştı. Başını iki yana salladı ve yanımdan geçmek için hareket etti. Ama izin vermedim. Tam gidecekken sertçe kolundan tuttum ve kendime çektim. Zayıf bedeni benim vücuduma değiyordu. Göğsündeki hızlı kalp atışlarını kendi göğsümde hissediyordum. Nefes alış verişleri de zavallı kalbi gibi hızlanmıştı. Kolundaki parmaklarımı sıktığımda yüzünü buruşturdu. Öfkeden gözüm dönmüştü. Acı çekmesine izin verir miydim yoksa hiç? Kıyabilir miydim ben O'na? Bağırarak konuştum. "Neden bir şey söylemiyorsun? Neden susuyorsun neden? Konuşsana! Cevap versene! Dilsiz misin?" İşte o an, o an bütün dünya başıma yıkılmıştı. Canımın hiç bu kadar yandığını hatırlamıyordum. Evde yalnız başıma O'nun kokusunu özlerken bile bu kadar acı çekmemiştim. Sol gözünden düşen sıcak tuzlu su elmacık kemiğinin kıvrımından kaymış ve ayaklarımızın dibine düşmüştü. Bilincim yerine gelirken bileğindeki elim gevşemiş ve yanıma düşmüştü. Gözlerim ıslak gözlerinde kaybolmuştu. O ise korkarak geriye tökezlemişti. Saniyeler önce sıkmaktan morarttığım kolunu eliyle tutmuştu. Hareket edemiyordum. Özür dileyemiyordum. Elinin tersi ile gözünü silmiş ve son kez gözlerimin içine bakmıştı. Hızlı adımlarla yanımdan geçmiş ve oluşturduğu rüzgarda kokusunu solumama son kez izin vermişti. Son kez...

*See U later maybe never.

GB
190208

PIANIST |JenLisa|(yeniden düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin