Bölüm 12

19 6 4
                                    

        Siyah varlık adeta havada süzülerek hala üstüne üstüne geliyordu. Uçuyor mu yürüyor mu anlayamıyordu.

       Ama az sonra kabuslarındaki gibi sesinin çıkmayacağını ve koşamayacağını düşündü. Bu korkunç fikirden kurtulabilmek için adımlarını olabildiğince hızlandırdı. Tek dileği bir an önce şu çöpü atıp güvenli mekana, evine gidebilmekti. 

    Yolun karşısındaki siyahlık Mert'in olduğu tarafa geçip yürümeye devam etti ama onun üstüne doğru değil çöp konteynırının tam tersi istikamete. 

   Yaklaştıkça endişeleri arttı. Ama birkaç adım daha attığında onun simsiyah giyinmiş ve kapüşonunu çekmiş güneş gözlüklü bir adam olduğunu fark etti.

     Derin bir rahatlama geldi. Ne kuruntu yapmıştı ama? Çok korku filmi falan izleyen biri de değildi aslında. Rahatlamasına rağmen kalbinin küt küt atışını hala hissediyordu. 

    ''Büyük tehlike atlattım ha...'' diye kendi kendiyle içinde dalga geçerken büyük mavi çöp poşetlerini çöp kutusuna salladı. Geri dönüp binaya yürürken adamın akşamın sekizinde niye güneş gözlüğü taktığını merak etti. Şeffaf mavi, turuncu olanlardan falan da değildi; bildiğin simsiyah Ray-Ban güneş gözlüğüydü. Çok saçma değil mi? Yürürken önünü nasıl gördü acaba?

     Tekrar kuruntu yaptığını düşünerek üstünde pek durmak istemedi. Büyük adımlarla merdivenlerden çıktı. 

       Herkes mutfaktaydı ve çay içip kek yiyorlardı. Ciddi şeyler genelde mutfakta konuşulur, istişare burada yapılırdı. İstanbul olayını haber vermek (izin almak olarak ifade etmek istemiyordu, gitmek zorundaydı, gidecekti.) için doğru yer olduğunu düşündü.

       Annesi:

-Oğlum bardağın orada, çatını koy da otur. dedi tezgahtaki çay bardağını işaret ederek.

    Mert dediğini yaptı. Orta demli çayını doldurdu ve herkesin yeri belli olan masanın etrafında kendi sandalyesine geçti. Muhabbetin akışını sessizce takip ediyordu. Bir şey için ''izin'' alınacaksa doğru yer gibi doğru zamanı da iyi ayarlamak gerekirdi. 

        Tansiyonu yükseltecek bir mevzu yokken ve aile üyelerinin neşesi yerindeyken konuyu açacaktı. Sessizce bir müddet daha bekledi. Babası facebooktan komik bir bebek videosu gösteriyordu. Artı kırk yaş bu sosyal mecrayı adeta işgal etmiş; artık facebook cuma mesajları, yalan haberler ve eskimiş esprilerle dolu bir platform haline gelmişti. Her neyse doğru zaman video bitiminde gülmelerin bitmesine yakın zamandı. 

       Aynen beklediği an geldi ve:

-Anne, baba benim İstanbul'a gitmem lazım. Annesi:

-O nereden çıktı, ne için? dedi şaşkınlıkla karışık hesap sorma sesiyle.

-Seminer gibi eğitim gibi bir şey var anne, okul için kısaca. Babası:

-Ne semineri bu oğlum? Zorunlu mu?

-Nörolojik hastalıklarla ilgili. Zorunlu değil ama gitmem gerek. Gelecek dönem için hazırlık.

-Hımm. Tamam oğlum git o zaman. Günübirlik mi gidip geleceksin?

-Yok baba. Çarşambadan gideceğim, perşembe günü o da. Perşembe akşamı gelirim en geç sanırım.

-Tek başına mı gidiyosun, sınıftan gelen yok mu?

-Bizimkiler var anne. Kadir, Hasan, ben.

-Tamam, biletini neyi ayarla da şimdiden.

-Tamam. Alcam yarın, çocuklarla konuşuyum. Otobüs garında buluşmaya çalışıyoruz. Yarın netleştirip alcaz biletleri. 

          Gece 12'de uyku tutmadı. Heyecan yapmıştı. Yeşim gelecek mi, gelirse neler olacak... Bir milyon düşünce dönüp duruyordu zihninde. İnstagram profiline girdi. Eğitimden kareler paylaşmıştı. ''Eğitim sonrası mola kahvesi''. Birkaç arkadaşla bir kafede çekinmişti fotoğrafı. Gözlerinin içi gülüyordu. Telefon ekranına bakan Mert farkında bile olmadan gülümsüyordu. 

          Yaklaşık yarım saat sonra uykuya daldı. 


MertHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin