İSTANBUL

24 6 0
                                    

              Üç arkadaş birkaç tatil gününden sonra yine bir araya gelmişti. Kadirle de selamlaşma faslı bitince Mert:

-Beyler program Kadıköy'de olacakmış. O yüzden bence oraya gidelim ilk.

-Olur. Ama önce bi yemek yesek ya. Çok acıktım.

-Kanka Kadıköy'e servis var, şimdi kalkacak, dedi Kadir birkaç peron ötede yolcu alan servisi göstererek.

-Ben de acıkmıştım ama orada yiyelim bari, dedi Mert.

-Aynen. Babam askerliği burada yapmış, gelirken dedi ki Kadıköy'de deniz kenarında çok iyi bi balıkçı varmış. Dükkan çok küçükmüş ama balığı baya iyiymiş. Oraya gidebiliriz.

İkisi de kabul etti. 

        Kadıköy servisine binip semte geldiler. Bahsettikleri balıkçıyı şöyle bir etrafa göz gezdirirken gördüler hemen. Deniz kenarında, cidden küçük, aynı zamanda müşteriyle dolup taşan bir restorandı.

       Hızlı adımlarla dükkanın dışındaki yedi-sekiz masadan birine oturdular. Yalnızca iki masa boştu zaten. sandalyeler beyaz eskitme ahşap, masalarsa maviydi. Bir garson gelip siparişlerini sordu. Mert herkesin adına konuşarak:

-Üç balık ekmek. Garson:

-Küçük, orta, büyük? dedi son derece hızlı olmaya çalışan telaşlı bir edayla. Haklıydı tabi, o kadar müşteriye nasıl yetişecekti. 

-Büyük olsun hepsi, dedi Mert arkadaşlarına ''Onaylıyor musunuz?'' manasında bir bakış attıktan ve onlar da kafa salladıktan sonra. 

- Kanka Yeşim'den haber yok mu? dedi Hakan.

-Yok. Sorsam mı acaba, garip mi olur? Belki unutmuştur bile, dedi Mert bir an üstüne hüzün çökerek.

-Oğlum saçmalama. Kız önemsemiş, sana mesaj atmış o kadar. Niye unutsun. dedi Kadir ufaktan azarlayan bir tonda.

-Ne bileyim ya. Sorsam mı acaba geliyo mu diye. Seminer yarın yani. Hala bir şey demedi.

-Bence akşam sekize kadar falan bekle, haber vermezse mesaj atarsın, dedi Hakan. Tam bu sırada mis gibi kokan balık ekmekleri geldi. 

-Bun balıksa önceden yediklerim neydi acaba? dedi Kadir.

-Of, efsane! dedi Mert.

-Buranın balığı başkaymış ha, dedi Hakan.

Yemekten sonra Mert:

-Gençler hesaplar benden, dedi. Ve bu sözle klasik bir Türk sorunu olan hesap ödeme kavgası başladı. ''Yok ben ödeyecem.'' ''Yok oğlum benden bu sefer.'' ''Bırakın la, ben ödüyom.'' vb. birsürü söz havada uçuşurken garson geldi ve son derece mantıklı bir fikir sundu ve o parlak fikir şuydu:

-E herkes kendininkini ödesin kapansın mevzu, dedikten sonra kendi kendine söylenircesine devam etti, Allah Allah. Ne acayip boş beleş insansınız siz ya. Alman usulü en iyisi millet daha hala böyle şey ediyor. Kavga yapıyorlar, dedi.  Bu aydınlanmayı yaşayan çocuklar usul usul kendi hesaplarını ödediler. Kalkıp kalabalıktan zar zor ilerleyerek dükkandan uzaklaştılar. Bu sırada Mert:

-Şimdi kalacak bir yer lazım. Kadir tam ağzını açtı:

-Çad... Çadır kuralım diyecekken Hakan ve Mert alevli bakış okları attılar adeta Kadir'e doğru. Ve çocuk sustu. Hala bunun mükemmel bir fikir olduğunu düşünüyordu.  

-İnteretten bakalım bi, etrafta otel motel ne varmış, dedi Hakan.

-Cidden otele verecek paranız var mı? dedi Mert tek kaşını kaldırarak.

-Oğlum havamı niye bozuyon. Pansiyon mu diyim illa ezik ezik, dedi Hakan adeta isyan ederken ve gülerken.

-Al işte, kamp desen nasıl havalı olurdu şimdi. dedi Kadir gururlu bakışı ve ses tonuyla.

     Sahilde yürüyorlardı ve internetten etraftaki pansiyonları araştırmak için pastel renklerle boyanıp şirin hale getirilmiş bir belediye bankına oturdular. Çok gıcık bir reklam vardı, ismini vermeyeyim ama işte otel arama reklamı, zırt pırt çıkıyordu bir ara her yerde. Bişey bişey go'ydu hatta. Neyse onun gibi bir siteden baktılar. Uygun fiyatlı ve iyi görünen bir tanesini beğendiler. Oraya gittiler. 

     Resepsiyon demeye bin şahit isterdi. Ufak bir bilgisayar masası, hemen arkasındaki sandalyede oturan şişko, sarışın, otuzlu yaşlarda bir adam vardı ve kendinden hiç beklenmeyecek kadar şaşırtıcı incelikte bir sesle:

-Buyrun, dedi.

Mert gülmesini bastırmaya çalışarak ve komiğine gittiği için içten içe utanarak:

-Iı, biz üç kişilik bir oda istiyoruz, bir gece kalacağız. dedi.

-Peki, dördüncü katta. derken üstünde sekiz numarası olan aşırı yıpranmış anahtarlıklı anahtarı uzattı. 

-Fiyat nedir? dedi Hakan.

Kafasından zorlu bir hesap yapıyor gibi görünen adam sonunda:

-Yetmiş beşer lira, diyebildi.

Hepsi de paraları ödediler. Adam yüksek teknoloji bir aletmiş gibi  kullandığı eski masaüstü bilgisayara isim- soy isimlerini, hangi odayı tuttuklarını ve parayı ödediklerini kaydetti. Çocuklar geniş koridorun sonundaki asansöre bindiler. 






MertHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin