Banyodan tıkırtılar gelmeye başladığında yatağında buz kesiliyorsun. Sesin musluktan damlayan su olmasına dua ediyorsun önce, ama düşen birşeylerin sesi geldiğinde aklına gelen bütün duaları söylemeye başlıyorsun. Yatağın dışına birazcık çıkmış olan ayağın birden farkındalığının büyük bir kısmını kaplıyor -sanki biri onu çekip seni yatağın altına sürükleyecek gibi çocukça bir korkun oluyor- ve yatağın içine, yorganın altına iyice giriyorsun.
Nefes almaya bile korkuyorsun. Gözlerini kapatmaya bile.
O korku filmlerinde her duyduğu sese giden ölüm meraklısı eşeklerden değilsin. Gerçi bunun nedeninin mantıktan ziyade yerinden kıpırdamaya korktuğun olduğumu biliyorsun.
Banyoda yeniden birşey devriliyor ve acı dolu bir inleme duyuyorsun. Bir erkek sesi. Banyonda bir erkek var! Oysa banyon odanla bitişik ve on dakika önce oraya girdiğinde hiçkimse yoktu. On dakikadır da odadaydın. Kapıdan kimse girmedi, ikinci kattasın ve biri banyonun penceresinden tırmanmış olsaydı duyardın.
Ödün kopuyor. Şimdiye kadar izlediğin her korku filmi, her perili cinli hikaye aklına geliyor ve yatağına iyice yapışıyorsun.
Odanın kapısı hiç bu kadar uzak görünmemişti. Kalktığında yatağının gıcırdamasından korkuyorsun ama buradan bir an önce çıkmak zorundası-
Banyonun kapısının camında bir karaltı beliriyor ve kapı kolu çevriliyor -AmanAllahım,lütfenlütfenlütfenlütfen-
Kapı aralanıyor ve kalbin sanki kafanın içinde atıyor. Soğuk terler döküyorsun ve belki adrenalinden, bütün karar verme yetini kullanarak yataktan fırlıyorsun. Banyo kapısı tamamen açılıyor ama senin oraya bakacak cesaretin yok, ağlamak isteyerek çaresizlik içinde odanın kapısına koşuyorsun.
Kapı kolunu tutuyorsun- Klik!
Donuyorsun.
İki ayağının üzerinde durmak için tüm iradeni kullanman gerekiyor, sesi duyar duymaz dizlerinin bağı çözülüyor.
Çünkü az önce kapı kendi kendine kilitlendi.
Ayak sesleri ve sanki bir sıvı içinde sürekli boğuluyormuş gibi kesik bir nefes kulaklarını dolduruyor.
Ona dönerken sanki vücudunu kendin kontrol etmiyorsun.
O devasa.
Kendini nispeten uzun olarak görürdün ama. o. devasa. Senin üç adım yakınına geldiğinde duruyor ve sen hayatında daha önce hiç bu kadar korkmamıştın. Bayılmadığına hayret ediyorsun.
Banyodan gelmiş olan acı dolu inleyişin, o boğulan nefeslerin nedenini şimdi anlıyorsun.
Ağzı kan dolu. Dudaklarından, çenesine, çenesinden boynuna ve göğsüne kadar kanla kaplı. Konuşmaya çalışıyor ve seni şaşırtmayarak kelimeleri dudaklarından çıkamıyor, dikişlerden yeni damlalar süzülüyor ve-
Biri bu adamın dudaklarını dikmiş.
Onun gözlerine bakıyorsun. Acı mı delilik mi olduğunu kestiremediğin bir ifadeyle gözleri kocaman açılmış. İşte karşında, boyu iki metreye varan, yüzünün yarısı kanla kaplı, dudakları siyah ipliklerle dikili korkunç bir adam.
Odanda belirivermiş.
Çığlık atıyorsun. Ya da atmaya çalışıyorsun. Çünkü parmağını şıklatıyor ve sesin kesiliyor.
Öleceğim,öleceğimöleceğimöleceğimneolurölmeyeyimneolurgerçekdeğilgerçekdeğilgerçekdeğilUYAN-
En sonunda dizlerinin bağı çözülüyor ve sen buz gibi hissederek düşüyorsun.
Seni yakalıyor.
Kan kokusu burnuna doluyor. Kıpırdamaya cesaretin yok. Omzun onun göğsüne yaslanmış ama başın pencerenin olduğu tarafa dönmüş, dışarıyı izliyorsun çünkü ona bakma cesaretin yok ve-
Seni iki adım ötedeki yatağına ilerletip oturtuyor ve içgüdüsel olarak duvara geriliyorsun. Sol kolunun yenlerine onun kanı bulaşmış. Dişlerin birbirine vuruyor-
O nefesini veriyor ve karşı duvara ilerliyor, sırtını dayıyor ve- çöküyor.
Şaşkınca ona bakıyorsun, yaptıklarına anlam veremeyecek kadar çok korkmuşsun ve titriyorsun, bir süre kıpırdamaya cesaret edemeden öylece duruyorsun.
Ne kadar süre geçtiğini bilmiyorsun ama kendini -nispeten- sakinleşmiş, odanın karşısındaki adamı incelerken buluyorsun.
Korkunç derecede tanıdık. Onu ilk gördüğün anda dehşet dışında hissettiğin bu.
Giydiği gömlek kana bulanmış olsa da eskiden renginin koyu yeşil olduğuna inanıyorsun. Kollarıyla dudaklarının kanamasını durdurmuş olmaya çalışmış olmalı ki bileklere kadar kıpkırmızılar. Bileklere baktığında kaşlarını çatıyorsun. Her iki bilekte de neredeyse birbirinin eşi bileklikler var. Bilekliklerden birinden zincir sarkıyor. Kelepçe. Adam ikiye bölünmüş bir kelepçeyle odanın öbür tarafında oturuyor.
Nefesini tutuyorsun. Kelepçeleri kendisi kırmış olabilir mi? Allah aşkına bu adam ne kadar güçlü? Sonraki soru soğuk su dalgası gibi beyninde yankılanıyor. Bu adamı hapsetmişler. Neden hapsetmişler?
Adam ayaklarından birini ileriye uzatıyor ve sen onun kıpırdamasıyla ister istemez yüzüne bakıyorsun. Gözgöze geliyorsunuz.
Gözleri yeşil. Zeki pırıltılarla seni izliyorlar.
Onunla ilgili gözlemlediklerin hep parça parça, ama gözlerindeki birşey, seni bu parçaları birleştirmeye itiyor.
İmkansız.
Nefesin boğazına takılıyor ve onun gözlerindeki ifade değişiyor, az önce daha sabırlıyken şimdi ilgiyle parlıyorlar ve sen düşüncende haklı olduğunu anlıyorsun.
O parmaklarını bir daha şıklatıyor ve boğazında bir sıcaklık yayıldığını hissediyorsun. Önce ne yapacağını bilemez bir halde ona bakıyorsun, sonra hatırlıyorsun. Doğru ya, sesin!
Delirmiş olmalısın.
Başka ne açıklaması olabilir? İzlediğin filmler, defalarca okuduğun iskandinav mitleri ve kitaplar, sana sonunda kafayı yedirdi. Halüsinasyon görüyorsun, evet, evet bu-
Doğruluyor.
Nefesin boğazına tıkılıyor.
Sen böyle birşeyi hayal edemezsin ki. Kanlar içindeyken bile böylesine zarif hareket eden bir yaratık hayal edemezsin.
Gözlerinde yırtıcı bir parıltı var.
Gerçek! diye çığlık atıyorsun içinden. O gerçek!
Birkaç saniye içinde karşındaki duvarda değil, yatağının yanıbaşında, tam karşında. Onu yakından gördüğünde sonunda emin oluyorsun.
O bir tanrı.
O bir İskandinav Tanrısı.
Gömleğinin kolundan sağ eline ince bir hançer düşüyor. Kanlı. Kimin kanı olduğunu bilmiyorsun. Korkmana bile fırsat bırakmadan ters çeviriyor ve sana uzatıyor.
Onun adı Loki.
..ve dudaklarındaki dikişleri senin kesmeni istiyor.
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Frost (Loki/Okuyucu)
Fiksi PenggemarGecenin bir yarısı odanda bir İskandinav Tanrısı belirseydi ne yapardın?