1 - Mektuplar

25.5K 1.1K 631
                                    

- Her zaman diğerlerinden farklıydın...

Babam henüz cümlelerini bitiremeden dudağındaki sigarayı parmakları arasına aldı ve kuru kuru öksürmeye başladı. Endişelenmeme lüzum yoktu. Elli küsur yıldır sigara içen biri için bu normaldi. Sigara dumanından sararmış bıyıklarını düzeltti ve elinde tuttuğu tahtanın çivilerini sökmeye devam etti.

- Aslında...

Boğazındaki gıcığı temizledi. Fakat bu sanki zaman kazanmak içindi. Pek anladığım söylenemezdi. Niçin böyle bir şey yapsındı ki.

- Kırk yıl önce kapanmış bir defterdi. Açmaya niyetim de yoktu. Ananız göçtükten sonra dedim ki...

Gözlerine bakmayı bırakıp elindeki tahtaya baktım. Kim bilir ne zaman kırılıp da müştemilata atılmıştı. Sonbahardaydık ve her zaman yaptığı gibi biriktirdiği işe yaramaz mobilyaları müstakbel odunlara çeviriyordu. Sonra tekrar ona baktım. Sanki cümlesini tamamlamak için tekrardan gözlerine bakmamı bekliyor gibiydi.

- Sen piskoloci okudun...

Keyifli bir gülümseme döküldü dudaklarıma. Bunu sezdi ki gözlerini bana dikti. Tek kaşını kaldırdı ama konuşmasından kopmamak için tekrardan kelpetenle çivilere asıldı.

- Şuramda bir ukde var.

- Nedir, baba?

- Yaşım olmuş yetmiş. Bilirim ki bunlara gülmeyecek, kızmayacak tek oğlum sensin. Diğer yedi davar ne anlasın. Övdüm de okumadılardı, sövüp dövdüm de okumadılardı.

Korkmalı mıydım babamın bu halinden? Emirsiz tek bir konuşma yapmayan, sözünün üstüne söz edecek olana dünyasını zindan eden babam gitmiş de bir kabahat işlemiş çocuk oturuyordu karşımda sanki.

Kucağına bağladığı bez torbanın üstünde biriktirdiği çivileri avuçlayıp torbaya koyduktan sonra kelpeteni şifaen yan yana dizilmişş üç kaya parçasının üzerine bıraktı. Acelesi varmış gibiydi. Kalkıp müştemilata girdi. Tahta, teneke sesleri durduğunda aradığını bulmuş olmalı ki elinde bir teneke kutuyla geldi. Bana kısa bir bakış attı. Göz göze gelmek için değil de sanki onu izliyor muyum diye kontrol etmek içindi bu kısa bakış.

- Ananızı nikahıma almadan önce...

Eliyle cepkenindeki sigara paketini aradı. Ararmış gibi yapıyordu basbayağı. Sonra aynı şeyi kaya parçalarının üzerinde duran kırmızı çakmak için yaptı. Alıp uzattım ona. Gerçekten merak etmeye başlamıştım. Ali İhsan çocuk gibi kıvransındı! Mümkün değildi.

- Bir mesele... Sahibini bulsam dedim...

Dalga geçmiş gibi burnundan nefes verdi, sigara dumanını saldı dışarıya.

- Şimdi nerededir, bilmiyorum.

Son kelimesi pişmanlık taşıyordu.

- Anamlar bana kız bakıyor, demiştim bir mektubumda. Gel, dersen gelirim, gideriz oralardan, demişti. 

Öksürdü. Pür dikkat dinliyordum. Sonuç nereye varacaktı? Bunca zaman sonra... başkasına mı aşıktı yani. Hem niye onunla evlenmek istememişti? Dedemler müsaade mi etmemişti yoksa başka bir mevzu mu vardı?

- Türkçeyi o öğretti bana.

- Askerde öğrenmemiş miydin?

Durdu. Yanlış bir soru mu sordum diye iç geçirdim.

- Yok, İstanbul'dayken.

Askerliği de orada yapmıştı. Çok açık bir cevap değildi. Ama üzerinde durmama gerek yoktu anlaşılan. Ne diyeceğini düşünüyordu, belli. Sigarasından bir duman daha çekip ayaklarının altında ezdi. 

- Rabbim biliyor ya ananızı da sevdim. Helalim ettiler. İyi ki de oldu. Sekiz oğlan verdi kısır sülaleme. Yedirdi, içirdi pak etti beni. Çok da sevdi...

Son cümlesinden utanır gibi oldu.

- Mekanı cennet olsun.

Kutuyu açtı, içinde daha önce hiç görmediğim sararmış, saman rengi bir yığın zarf ve kağıt vardı. Korkumuzdan göz ucuyla bile bakamadığımız eski ceviz sandığında saklamıştı herhalde. Yoksa ben ki evi alt üst etmiştim çocukluğum boyunca, gözümden kaçırmazdım bunları.

- İstanbullu... dedi, okşuyor gibiydi kucağına oturttuğu kutuyu. "Hani ilkti ya, çıkaramadım gayrı aklımdan. Ananız bağrımda yatarken de el vermedi gönül, yazayım çizeyim... yanına varayım."

Konuşmayı kısa tutmuş gibiydi.

- Yaşıyor mu?

Bana baktı. Ölseydim de sormayaydım bu soruyu. Koca adam buruşmuş göz kapaklarını önünden kaldırdı. Bana baktı.

- Bilmiyorum.

Konuyu değiştirmek için hemen bir soru daha sormalıydım.

- Ona gel, desen gelir miydi?

Az önceki haltımı temizlemişe benziyordum, o gri gözler hüznü attı saniyesinde.

- Gözü karaydı, delişmen... 

Kısa bir süre sonra rüyadan uyanır gibi uzaklardan daldığı gibi çıktı. Tepkimi kontrol etti.

- Mektubu da yazmıştım... Elinde tuttuğu sararıp yıpranmış zarflara bakıyordu, takati yok gibiydi.

- Okuma yazmayı biliyor muydun ki o zamanlar?

Bugün ne oluyordu bana böyle! Belli ki babam uzun zaman içinde tartışmış ve sonunda beni memlekete çağıracak kadar önemsiyordu anlatacaklarını ve ben psikolojiden anlamayan bir dangalak gibi yerli yersiz soru sorup duruyordum. Hayır Ali İhsan bu, konuşmayan baban! Tek kaşını kaldırıp cevapladı:

- Askerde öğrettiydiler.

- Sonra?

- Babamla kaynatam bizim nikahımızı kıymışlar. Başlık verilmiş, altınlar takılıp çeyiz eşeklere yüklenmiş... Baktım gelinini atın üzerinde getiriyor.

- Göndermedin tabii...

- Çoktan vermiştim postaya hem de...

- Nasıl? Geldi mi? Yani mektubuna cevap verdi mi?

***

Biraz Daha YaşamakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin