7

8.3K 834 62
                                    

Başım önüme düşünce kendime geldim. Hastane kokusuyla harmanlanmış burnumdaki ince sızı son hissettiğim yerde yaşamaya devam ediyordu. Gri bir boşluğun tam ortasında hareketten yoksun bir put gibi öylece düşeduruyordum.

- Kerem!

Seslenen Kenan abimdi. Ona bakmak için döndüğümde koridorun diğer ucunda danışmaya yüklenmiş olanlar gözüme takıldı. Velat abimle eşi Süheyla memura bir şeyler sorarken Feride etrafa göz gezdiriyordu.

- Velat abimler gelmiş.

Geceleyin önce Kenan'a sonra Necat ve Mehmet'e neler olduğunu anlatmıştım. Sanki bu mukaddes vazife yalnızca bana düşüyor gibi Ahmet ve Velat abimler de telefonla arayıp babamın durumunu sormuşlardı. Kenan geldikten sonra Yusuf ve Harun'u bilgilendirmeyi ona devrettiğimde ciddi anlamda rahatlamıştım.

Korkuyordum ve şu an yapmak istediğim tek şey korkumu yenmekti. Dakika başı babamın kalp krizi geçirdiğini, geçen 18 saate rağmen durmunun hala kritik düzeyde olduğunu hatırlamak istemiyordum.

Annemi benden almış kalp krizinin beni tekrar bulmasını istemiyordum.

Durup durup dolan gözlerimi silmekten gözkapaklarım acıyordu.

Velat gelince direkt olarak Kenan'a son durumun ne olduğunu sordu. Ayağa kalktım. Bahçeye inip hava alacağımı söyledim.

Kenan abim, kantinden çay getiren Yusuf ve Harun'a seslendi.

- Biriniz Kerem'i götürsün eve.

Hemen atılıp gitmeyi reddettim.

Kardeşten ziyade iki arkadaş gibi büyüdüğüm Harun çay tepsisini Yusuf'a verip Kenan'a döndü.

- Tamam abi, ben götürürüm.

Elimden bir şey gelmiyormuşçasına çocukça halime büründüm. Gözlerim yaşlıydı.

- Abi istemiyorum.

- Abim, babam uyanır da seni böyle görürse bize kızar. İnşallah düzelecek.

Velat, Kenan'ın sözünü devam ettirdi:

- Git, bir iki saat uyu. Sana haber veririz biz.

Harun beni çekiştire çekiştire dışarı çıkardı. Çoktan akşam olmuştu. Koltuğa başımı yaslayıp dışarıyı izlerken uyuya kalmışım. Bir saat sonra Harun'un dürtmesiyle uyandım. Acı durduğu yerden atmaya başladı kalbimin ortasından.

- Babam uyanmış mı?

Harun yok anlamında başını salladı. Ne olurdu bir mucize olsa. Arabadan indim. Adeta dünyanın acısı çöreklenmişti içime. Ayaklarımı süreye süreye eve girdim.

Dün hiçbir şeyi yoktu. Ağır bir iş de yapmamıştı. Her zamanki gibiydi. Odama girerken gözğm masamın üzerine düşünce düşüncelerim yırtıldı.

Yoksa dayanamamış mıydı itirafına! Bu mümkün müydü? Devrilen sandalyeyi kaldırıp üzerine yığıldım. İçimi dolduran pişmanlık acımı daha da artırdı. Sıradaki mektuba baktım.

Mektupları okuduktan sonra onunla bu özel konuyu konuşmak istemediğimi mi düşünmüştü? Ondan... Gözlerimdeki yaşlar ilk defa yol bulmuş gibi boşandı. Ondan utandığımı sanmış olabilir miydi?

Hayır baba utanmadım! Utanılacak neyi var Tahir olmanın.

Şimdi tam olarak babamın yapmamı istediği şeyi yerine getirmek istiyordum. İlk anlattığında ya da mektupları okuduğumda henüz bu isteği kavrayamamıștım. Şimdi bunu babam için yapacağım. K. Süreyya'yı bulacağım.

Gözlerimi sildim, sıradaki zarfı açtım. Mektubun yanında bir kartpostal ile bir fotoğraf daha vardı.  

***

Biraz Daha YaşamakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin