2

12.2K 1K 259
                                    

Çok şaşırmıştım. 1962 senesinde, İstanbullu genç bir kadın Şırnak'ın uzak bir köyüne tek başına gelsin! Yol bilmez, iz bilmez, üstüne dil bilmez!

Babam bu kadar şaşırdığımı beklemiyor olmalı ki birden gözlerini kaçırdı benden.

- Geldi. 17 gün kaldı. Gittiği gün ananla düğünümüzü yapıyorduk.

- Baba, benim anlamadığım madem sen de seviyordun neden onunla evlenmedin ki?

- Olmazdı.

Derin bir iç çekti. Ayağa kalktı.

- Kerem, oğlum. Ben böyle anlatamıyorum.

Babam böyle deyince ben de ayağa kalktım.

- Eğer istersen öğleden sonra devam edelim baba.

- Yok, yok...

Durdu. Çok masum görünüyordu. Onu böyle görmeye alışkın değildim.

- Sen de artık İstanbullusun. Okudun, gezdin, gördün. Günahı, sevabı nedir benden iyi bilirsin. Ben onu bulmak...

Biraz duraksadı. Az evvel sorduğum sorunun ağırlığı üzerime çöktü.

- Eğer yaşıyorsa ondan helallik almak istiyorum.

- Tamam. İsmi nedir baba? Sorar, soruştururum eşe dosta. Muhakkak bulunur...

"... eğer yaşıyorsa" diyemedim. Babam bana baktı. Elini omzuma getirdi. Elindeki teneke kutuyu bana verdi.

- Ben merkeze, cumaya gideceğim. Öğleden sonra dönerim.

Önce elimdeki kutuya ardından babama baktım. Acelesi varmış gibiydi. Elini nereye götüreceğine karar veremiyordu. Sigara paketini buldu. Arkasını döndü ve bahçenin önündeki arabasına binip hareket etti.

Altında bulunduğum incir ağacındaki kuşlar cıvıldıyordu. Bulutsuz masmavi bir gökyüzü vardı. Kutunun ağzını kapayıp beş on dakika kadar oturdum. Hemen sonra uzaktan bir motosiklet sesi duyuldu. Ön bahçeye doğru baktığımda ortanca abilerimden Necat'ın geldiğini gördüm. Sepete yeğenleri de doldurup gelmişti. Elimdeki kutuyu ne yapacağımı bilemeden eve yöneldim ve holdeki dolabın üzerine bıraktım.

***

Biraz Daha YaşamakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin