13

6.1K 672 178
                                    

Medya: 21 Mart 1961 tarihli K. Süreyya mektubu. Çünkü neden olmasın.

Meltem'e güvenebileceğimi çok iyi biliyordum! Fakat hakikati onunla paylaşırken teferruatı ona vermekten çekinmem anlaşılabilirdi. Seneleri devirdiğimiz ilişkimize rağmen bu mevzu oldukça hassastı ve ben daha önceki gün idrak ettiğim bu meseleyi tam olarak nasıl ele alabileceğimi bilmiyordum. Bu sebepten yalancı sayılamayacağıma hükmetmiştim.

Harun direksiyonda oturuyordu. Şehir merkezine doğru ilerliyorduk. Dün geceki harap halinden eser yoktu. Bunda babamın iyileşmesi kadar belki de bana açılması ile cinsel kimliğine karşı babamın sert bir tutum sergilemediğini öğrenmesi de etki etmişti.

Her halükarda ikimiz de kuşlar kadar hafiftik. Harun'un dudaklarında bir ıslık arabanın içinde polenler saçıyor, sabahı süsleyen gün ışıklarıyla dans ediyordu. Hasatı bekleyen rengarenk tarlalarının arasından ilerlemenin hissine yeniden erişiyorduk. Tazeydik, yemyeşildik, yeni gibiydik.

Dün, Meltem'le yaptığım görüşmeden sonra okuduğum mektuptan bir kaç pasaj aklımın bir diğer ucundaydı. Bizatihi yaşadığım kıskançlık krizleri için kullandığım telefon aramalarının ya da kısa mesajların iyileştirici gücünü göstermişti bana. Kısacık bir mektup üzerinden dillendirilen kıskançlık, ve aylarca savunma bekleme... Aşıklar için tam bir işkence olmalıydı...

                                                                                               21 Mart 1961

Ali İhsan,

Neredeyse bütün kışı mektubunu bekleyerek geçirdim ve neticede duymak istediğim bir kaç güzel söz iken elime aldığım kurşun kadar ağır sayfaya karaladığın manasız alınganlık, yersiz bir sataşmadan fazlası değilmiş!

Bunu gerçekten hak ettim mi?

Keşke o aptal fotoğrafı göndermeseydim! Ya da, ne bileyim arkasına fotoğraftakileri yazsaydım! Zannettiğin gibi başkasıyla olan mutluluğuma mani olmuyorsun! Fotoğrafta -Allah kahretsin- elini belime dolayan kişi Sinan'ın erkek kardeşi ve on sekiz yaşında! Sana gönderirken böyle bir teferruatın mevcudiyetini bile fark etmemişim! Çünkü bel dolaması değil! Sadece yan yanaydık ve hepsi bu!

Sırf o fotoğraf karesinde ne olduğunu hatırlamak için Sinan'a gittim. Neredeyse karanlık olan o kısmın neyini kıskanmayı başardığını anlamaya çalışıyorum! Hayır hemen diğer yanımda Sinan da elini omzuma atmış, Melehat ablam ise üçümüzü birden sarmış, önümüzde oturan diğerleri ile beraber hepimiz kahkahalarla gülerken nasıl o çocuğun olduğu kısma bu kadar dikkat edebildin?!

Her fırsatta sana olan düşkünlüğümü, çekinmeden, korkmadan yazarken vicdanın nasıl bu mektubu yazmaya el verdi? Sorsan ben onun kim olduğunu söylerdim zaten.

Hayal kırıklığımı nasıl tarif edebileceğimi bilemiyorum.

Belki de artık hevesini almışsındır.

Kalbimi çok kırdın Kürdoğlu.

                                                                   K. Süreyya

Kenan'ın epey alındığı sadece savunma içeren bir cevap yazmasından belliydi. Yalnız attığı trip yüzlerce yıl geçse de ağırlığını kaybetmez türdendi. Babamın yüzünün aldığı ifadeyi çok merak ediyordum. Mektubu şipşak okuduğumda istediğim tek şey bari babamın bu mektuba yazdığı cevabını okuyabilmekti. İstemsizce gülümsedim. Dikiz aynasından bana bakan Harun da gülümsedi:

- Hayırdır, ne geldi aklına?

Hiç diyebildim sadece. Neyse ki arabayı park ettiği için daha fazla açıklama yapmaya gerek kalmamıştı. Arabadan çıktığımda Velat abimin elindeki sigarayı söndürüp bize doğru geldiğini gördük.

- Günaydın Abi.

- Hoş geldiniz.

Harun devam etti.

- Bir gelişme var mı abi?

- Sabahki kontrolden sonra da olumlu şeyler söyledi doktor.

- İyi şükürler olsun.

O esnada abimin büyük kızı Feride de geldi.

- Hoş geldiniz amca.

- Sağ ol da sen burada mı kaldın kızım?

- Yok amca, ben az önce geldim.

Elindeki poşeti gösterdi. Belli ki Süheyla Yenge bizimkiler için yiyecek hazırlayıp göndermişti.

- Sen onu Kerem'e ver. Hadi sizi eve bırakayım ben.

Böylece onlar arabaya binip hastanenin bahçesinden çıkarlarken ben içeriye girdim. Kenan abim ile Necat abim yoğun bakım odasının kapısında oturuyorlardı. Aralarında bir şeyler fısıldaşıyorlardı. Selam verdiğimde aniden konuşmayı bıraktılar. O esnada Yusuf abim elinde kahve bardaklarıyla yanımıza geldi.

- Ahmet'le Mehmet neredeler?

- Buralardadır.

Ortamda bir gerginlik vardı. Ancak ne olduğunu çıkartamıyordum.

- Kerem, Ahmet'lerde babamın cüzdanı var. Eve giderken onu da al, dedi Necat abim.

- Tamam abim.

Bir şey olmuştu.

***

Beğendiyseniz oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Şimdiden teşekkür ederim.

Biraz Daha YaşamakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin