14

5.4K 685 219
                                    

Babamın kablolara bağlı solgun bedenini bir müddet camın arkasından izledikten sonra Ahmet abimleri bulmak için aşağıya indim. Üç beş piknik masasının ve birkaç bankın gelişigüzel dağıtıldığı bahçede konuşmadan sigara içiyorlardı. Mehmet abim beni fark edince dayandığı demir korkuluktan doğruldu:

- Ne zaman geldin Kerem'im?

- Az evvel çıktım yukarıya, siz inmişsiniz...

Daha ben yukarıdaki gerginliğin sebebini soramadan Ahmet abim ceketinin cebinden çıkardığı siyah cüzdanı bana uzattı.

- Kerem... Babamın cüzdanına sahip çık.

- Olur abi. 

Cüzdana göz gezdirdim.

- Yukarıda bir şey mi oldu?

Ahmet abim sigarasının son nefesinin içine çekip yerinden doğruldu ve izmariti yere atıp ezdi.

- İçine baktığında anlarsın... 

Mehmet abime baktım. 

- Kenan'la Necat yırt at diyordu... Fotoğrafı... Babam uyanana kadar sahip çık, verme onlara.

Hemen elimdeki cüzdanı açtım. Fotoğraf bölmesini açtığımda katlanmış ve buruşmuş siyah beyaz karede birbirini öpen Ali İhsan'la Kenan Süreyya'yı gördüm. Yaşadığım duygu şaşkınlık değildi. Yarısını okuduğum öykünün kahramanlarıydı bunlar ve evet, öpüyorlardı birbirlerini. O sözcüklerin yarattığı hayalden, duygulardan daha gerçekti ve daha sıcak. İki adam birbirine sarılmış ve öpüşüyorlardı. Dudaklarını birbirlerine yapıştırmış ve gülümsüyorlardı.  Sinan mı çekmişti bu fotoğrafı? Keyiflenmiş bir halde dudaklarımı büzdüm. 

- Tamam abi, ben saklarım, problem yok.

Cüzdanı ceketimin iç cebine yerleştirirken Kenan abimin hastaneden çıktığını gördüm. Elimi kaldırıp işaret ettim. Kapının önündeki insan kalabalığından göremediğini düşünüp bir kere daha elimi salladım. Ancak yüzü düşmüş, hatta kızgın bir ifadeyle hafif baş hareketiyle selam verip aynı hızla arabasına doğru yöneldi. 

- Şu afraya tafraya bak, dedi Ahmet abim. Sanırsın malını mülkünü yağmaladılar, şerefine tükürdüler.

- Ne oldu ki abi? 

- Ne olacak... Sen dün bana cüzdanı verdin hani... Az önce can sıkıntısından çıkardım... Ne bileyim böyle bir şey var. Kenan da tepemdeydi. Beni izliyordu. Fotoğrafı açtığım gibi elime saldırdı. Daha ben anlamadım ne olduğunu yeminle. Avucunun içinde sıkıştırınca kan beynime sıçradı. Ne olursa olsun babamın cüzdanı, onun malı o fotoğraf... Aldım elinden. Öyle hafif boğuştuk... 

Mehmet abim devam etti:

- Yırtıp atmak istedi. Ahmet de izin vermeyince...

- Yani bi fotoğraf yüzünden... diye söze girecekken abim devam etti.

- Uzun mesele...

- Ne meselesi abi?

Abim sağ tarafımıza düşen piknik masasına doğru yürüyüşe geçince ben de ardından gittim, yerleştik banklara. 

Ahmet abim gergindi. 

- Çok eski mesele... Bana kalsa dedikoduydu da... İşte fotoğrafı görünce... 

O söze girmeye zorlandıkça sanki kuşların ötüşü, rüzgarın esişi ya da hemen önümüzdeki yoldaki araçların gidiş gelişleri bile yavaşlamaya başlamıştı ve hatta sanki durma noktasında gibiydi. 

- Babamla annem evleniyorlar ya... Çok uzun bi mesele yahu! Nereden anlatmalı ki?

Bizimle beraber banka oturan Mehmet abim sözü devraldı:

- Evlenmeden önce babamın biriyle mektuplaştığını herkes biliyor. Dedem sevdiğinse alalım demiş. Babam da o İstanbullu, varmaz diyor. Bir demişler, iki demişler... E askerliğini yapmış genç adam. Biliyorsun amca yok bizde. Dedemler beş erkek kardeş ve beşinden sadece bir babam erkek çocuk, başka da oğul gelmiyor dünyaya... Onca dönümlük toprak, yüzlerce hayvan, mal mülk... Neyse, dedem o zaman sana kız bakacağız, yaşın geçiyor , oğul gerek bize diyor, annemi buluyorlar. 

Merakla abimin anlattığı olay örgüsünü hafızama not etmeye çalışıyordum. 

- Düğüne yakın babamın bir asker arkadaşı gelmiş köye. On beş yirmi gün kalmış köyde. Annemin babası...

Büyük abimlerinin hiçbirinin annemin babasına dede demediğini fark ediyordum şimdi. Abim devam ediyordu sıkıntılı konuşmasına:

- Annemin babası babamla arkadaşının...

***

Şimdi Kenan'ın mektuplarını bir kenara itme vakti. :)

Hoşunuza gittiyse beğenmeyi ve yorum bırakmayı unutmayın. 

Sevgiler...

Biraz Daha YaşamakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin