-GÜNÜN 2. BÖLÜMÜ- 29. BÖLÜMÜ OKUMAYI UNUTMAYIN.
Şimdiye değin bu bölümdeki sekansı defalarca baştan yazıp silmiştim. Ancak kaçış yok. Buyurun (geçen haftalarda o kadar çok okudum ki artık) kontrol etmeden yayınlıyorum. Yorum ve beğenileri unutmayınız :)
Meltem'den Kenan Süreyya'nın kızı Aliye Hanım'dan randevu almasını rica ettiğim akşamın sabahında İstanbul'a inmiş, onun verdiği randevu saatine geç kalmamak için direkt olarak onun çalıştığı Boğaziçi Üniversitesi'ne yol almıştık.
Kampüse girip yeşillikler arasından taş yolda ilerlerken kendimi gergin hissetmeye başlamıştım. Birbirine aşık iki adamın çocukları bir araya gelecekti. Neden? Babam unutamadığı aşkını, hayatının bu son zamanlarında tekrar görmek istediği için. Belki de ikinci bir baharı yaşamak için... Neden olmasındı! Fakat ben bir dramdan ziyade komedi yanı daha ağır basan bir film senaryosundaymış gibi hissediyordum. Gerçi bir hafta aradan sonra babamın gözünü açmış olması bu gülümseyen gerginliğimle tezatlık oluşturuyordu ancak neyse ki Harun sanki olması gereken dram dozunu benim yerime de yaşıyordu! Dönüp ona baktım! Heyecandan kaskatı kesilmişti. Diyarbakır'a giderken ona bu aşk hikayesini tüm açıklığıyla anlatmıştım. Tek bir yorum yapmamıştı. Dönüp bana bakmış ve "Hassiktir!" demiş, kahkahayı patlatmıştı, "İşte benim babam!" Açıkçası ben, kişisel dramıyla bunu birleştirip oldukça ağır bir sahne yaşayacağımı zannederken enteresan bir şekilde Harun, sonsuz bir arayışın ardından kendisi için bir idol ya da daha freudyen bir tabirle rol model bulmanın keyfini yaşıyordu.
Harun tüm canlılığına, özgüven ve cesaretine rağmen derslerde başarılı olamazdı. Ne yaparsa yapsın Türkçeyi kavrayana kadar konunun aslını kaçırdığından şikayet ediyordu. Bu yüzen olsa gerek çok iyi bilmesine ve konuşmasına rağmen İstanbul Türkçesinin aksanını kıvıramıyordu. Nihayetinde liseyi bitirdiğinde artık hiç bir örgün eğitim için çabalamayacağını söylemişti babama. Tarlaydı, hayvandı derken hayatının rutinleştiği noktada açıköğretime yazılmış, ve mezun olana değin kendi tabiriyle "güvercin çobanı" olmuştu. Güvercinlere olan aşkı dillere destandı. Güvercinleri için taşlı sopalı, bıçaklı silahlı her türlü kavgaya girmiş, babam onu defalarca nezaretten almıştı. Aslında biraz da bu yüzden onun eşcinsel olması bana çok şaşırtıcı gelmişti. Onun da dediği gibiydi ama: babasının oğlu!
Harun İstanbul'a ayak bastığımızdan beri oldukça suskunlaşmıştı. Acaba dünkü öngörüm şimdi mi gerçekleşiyordu?
- Nasıl hissediyorsun abi?
- İyiyim, sıkıntı yok.
- Sanki gergin gibisin?
- Heralde amına koyim! Babama adam istemeye gidiyoruz.
Beni yine ters köşe yapmıştı, yeşil çimlere sere serpe uzanmış kitap okuyan, sohbet edip şakalaşan, müzik dinleyen öğrenci kalabalığına rağmen kahkaha ata ata ilerledik.
***
- Aslını isterseniz durumu telefonda nasıl anlatabileceğimi bilemedim. Bu nedenle direkt gelip sizinle görüşmenin daha uygun olacağını düşündüm.
- Hiç problem değil. Aksine çok memnun oldum.
Sıradan bir odanın alabileceği yeşillik kotasının çok üstünde bitki ve çiçek saksıları barındıran odadaki gün ışığı konunun ağırlığına rağmen daha serinkanlı olmamı sağlıyordu.
- Ali İhsan Bey nasıl? Hala hastanede mi?
- Evet, maalesef. Fakat daha iyi. Doktorlar tehlikeyi atlattığını söylediler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Biraz Daha Yaşamak
Romance- İstanbullu... dedi, okşuyor gibiydi kucağına oturttuğu kutuyu. "Hani ilkti ya, çıkaramadım gayrı aklımdan. Ananız bağrımda yatarken de el vermedi gönül, yazayım çizeyim... yanına varayım." * Başlama: 16.03.2019 Tamamlama: 15.09.2020