29

3.6K 489 123
                                    

Uzun bir aradan sonra bir eşiği aşmak için bu bölümü bir kerede yazıp konrol etmeden paylaşıyorum, aksi halde devam etmekte zorlanacağım. Beğenip yorum yapmayı unutmayın. :)


Öğleden sonra büyük halam Kejê geldi hastaneye. Gözleri yaş içinde sarıldı bana:

- Ali'm nasıl oldu?

Göz yaşları yanağını mütemadiyen ıslatıyordu.

- Şimdi çok daha iyi Metê.

- Vicdansızsınız. Niye bir hafta boyunca arayıp söylemediniz?!

Halam daha evvel iki defa kalp krizi geçirmişti. Üstelik Diyarbakır'da yaşıyordu. Ona telefonda canı gibi sevdiği kardeşinin hastanelik olduğunu söylersek kim bilir neler olurdu.

- Metê, artık çok iyi. Şimdi doktorlar yanında. Çıksınlar seninle birlikte içeriye girer görürüz.

***

Babam nihayet ha bugün ha yarın diye beklerken bu sabaha karşı dörtte bir haftalık uykusundan uyanmıştı. Onun uyanmasıyla Harun'un bizleri kedi uykularımızdan uyandırması bir olmuştu.

Doktor yanındaki hemşireyle birlikte odanın kapısından çıkınca ayaklanıp etraflarını sardık.

- Artık telaşlanmaya lüzum yok, Ali İhsan Bey tehlikeyi atlattı. Onu bir kaç gün daha misafirimiz edeceğiz. Bu süre zarfında ziyaretlerinizi kısa tutun, sakın yormayın. Oldukça kalabalık görünüyorsunuz. Lütfen aralıklarla en fazla iki kişi içeriye girin.

Halam Kejê hemen öne atıldı. Yeminler üzerine yeminler edip ilk kendisinin gireceğini söyledi. Ağlamaktan ıslanıp kızarmış yüzünü elbisesinin eteğiyle sildi, başındaki beyaz tülbentini düzeltip Kenan abimle birlikte içeriye girdi. Böylece akşama kadar yarım saatte bir büyükten küçüğe babamı ziyaret ettik. En son benle Harun kaldık.

Babamın yüzü çok soluktu. Pamuk ipliğine bağlı bir uyku gözlerini örütüyordu. Harun hemen yatağın yamacına gelip diz çöktü ve yüzünü, babamın mecalsizce beyaz örtü üzerinde durmakta olan eline dayadı, öptü. Babam onun saçlarını okşarken bana baktı.

- Te dît?

Sesi çok yorgun ve uzaktan geliyordu. Kenan Süreyya'yı soruyordu. Bu halde, bir hafta bilinçsizce yatmışken merak ettiği bir tek buydu. Harun önce babama sonra bana baktı.

- Evet, izini buldum baba. Kızını... Onu da bulacağım.

Başımı sallamıştım. Harun sesini çıkarmıyordu ama kim hakkında konuştuğumuzu deli gibi merak ediyordu.

Babam tekrar konuştu:

- Here û wî ji min re bîne.

***

- Hem geç haber verin hem de şimdi yollamaya çalışın.

Halam hala ağlamaya devam ediyordu. Hem küçük halam hem abilerim ona dil döküyorlardı:

- Abla, demedik Diyarbakır'a git diye, gel bu akşam bizde kal. Saat oldu yedi.

- Ziyaret de yasak metê.

- Burada bekleyip ne yapacaksın, kendini düşün.

Halam Kejê taarruz altındayken bizim odadan çıktığımızı gördü, çocuk gibi onları yarıp yanımıza geldi.

- Harun, Kerem, oğlum bunlar bana git diyorlar.

- Tamam, biz halamla biraz dışarıda oturalım. Onunla konuşacağım bir mevzu var hem.

Harun ve ben halamın koluna girip dışarı çıktık. Elimizde çaylarla birlikte bir çardağın altına geçip oturduk.

- Ben öleyim de Ali İhsan'a birşey olmasın.

- Allah göstermesin hala, deme öyle şeyler artık.

- Siz bilmezsiniz Ali İhsan'ı ne çok severim. O olmasaydı kim bilir neredeydim, ölmüş müydüm, kalmış mıydım.

Harun da ben de halamın anlatacağı şeyi biliyorduk. Bayramlarda, seyranlarda ne zaman bir araya gelsek aynı şeyi anlatır dururdu. Onun için mukaddes bir meseldi.

- ... siz demeyin meğer o namussuz göz dikmiş bana, aklınca kaçıracak beni. Tuttu çuval gibi attı beni atın sırtına. O zaman siz deyin on yedideyim, Ali İhsan da olsun olsun on üç. On dört değil daha ama köy işi insanı hemen büyütüyor. Beni kaçırmaya çalışan şerefsiz de hema yirmi yaşında var. Tabii. Bir de baktım, Ali İhsan binmiş bizim Boran'a, dört nala peşimize vermiş. Elinde de das. Yaklaştıkça sallıyor dası ama nasıl göreceksiniz. Küçükten de çok mahirdi. Bir küfürler savuruyor, dedim bu oğlan ne zaman öğrenmiş bu küfürleri. Allah bir ya daha evvelden duymuşluğum yok ağzından. Yaklaştı da yaklaştı, öyle bir salladı ki dası, herifin omzundan kan fışkırmaya başladı. Zaten kanı gördüğü gibi dengesini kaybetti namussuz...

Bu hatırasını anlatırken halamı durdurmak, sözünü kesmek imkansız olduğundan ben de Harun da sessizce, ama her ne hikmetse onu ilk defa dinliyormuş gibi dört gözle, kulak kabarta kabarta dinliyorduk. Mukaddes bir havaya bürünmüştü.  Üstelik meddahlara yaraşır bir performansla son süratle anlatıyordu.

- Ya... Babanız yiğit mi yiğitti ya, sonra o...

Sanki başka bir şey söyleyecekken bir anda vazgeçmişti. Harun çayını yudumlamadan evvel "ee ne oldu ki?" dedi. O esnada geçen gün Mehmet abimin anlatmaya çalıştığı dedikodu geldi aklıma. Halam iç geçirince "Dedikodu mu?" dedim. Sen biliyor musun? der gibi bana baktı ama kısa sürede başını sallayıp çayından bir yudum aldı. İntikamı alınmış bir kalleşliği yad edercesine gerindi:

- Mekanı peygamber yamacı ola Feride, Ali İhsan'ıma sekiz oğul verdi de o suratlarına şeytan tükresiceler sustular, oturdular yerlerine.

Halam sözünü bitirir bitirmez aklımdan geçen tek soruyu sordum:

- Metê sen Kenan Süreyya dayıyı hatırlıyor musun?

Halam durdu. Yüz ifadesi değişir sandım ama başını hafif yana eğip gözlerini yere devirdi. Kederi depreşmişti:

- Tanırım tabii.

- Nasıl biriydi?

- Okuduğum Kur'an hakkı için kötüydü diyemem. Allah günah yazar. İşte...

- İşte ne?

Halam sıkıntıyla dudaklarını büzüştürdü. Sınırlarını zorlamış gibiydim. Bir nefes alıp cevap verdi:

- Kenan Süreyya ne zaman ziyarete gelse Ali İhsan çocuk gibi olurdu, öyle çok sevinirdi. Sanırsın anası babası gelmiş. Kenan Süreyya da...

Dedikoduculara hak veriyor görünmekten korktuğu belli oluyordu ama yalana ya da kıvırmalara yer vermeyecek bir ruhani havadaydık:

- ... o da çok severdi şimdi. İstanbul'dan ta buraya kim gelir başka.

Sustu, durdu.

- Benle Harun, onu bulmaya İstanbul'a gideceğiz.

Ben bunu söylediğimde Harun'un bundan haberi yoktu. İkisi bana baktı.

- Babam onu bulup getirmemi istedi.

Halam başını salladı, ne yapacaksın ki dercesini önüne baktı:

- Dostu tabii, görmek istemiş...

Oldukça kısık bir sesle sadece kendinin duyabileceği bir tonla devam etti:

- Canına tak eder insanın...

Halam, fazlasını biliyor gibiydi ama daha fazla soru sormaya gerek yoktu. İster bizzatihi görmüş olsun, ister dedikodular yüzünden olsun, meselenin iç yüzünü biliyordu ve dahası bunu yadırgar gibi bir hali yoktu.

- ... tabii insan böyle zamanlarında sevdiğini görmek ister.

***

Akşamına uçak bileti ayarlayıp Harun'la Diyarbakır'a geçtik ve oradan İstanbul'a uçtuk. Kenan Süreyya'yı bulmanın vakti gelmişti.

***

Biraz Daha YaşamakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin