20- Aralık-2008
Trabzon...
Oturduğu camın önünden çalan telefonu bulmak için kalktı. Bakındığı bir iki yerden sonra konsolun üstünde telefonu buldu ve aldı. Aynı anda odaya giren annesi telaşla;
" Sakın sen açma, bana ver" dedi.
" Zaten sana getirecektim anne" diyerek küskün küskün uzattı elinde çalan makineyi.
İçini yine o tanıdık öfke kapladı. Bu yaşına kadar zaten özgür biri değildi ama haftalardır yapabildiği birçok şeyi yapamıyor olmak ve üzerine yaşadığı bu mahkûmiyet artık dayanılmaz olmaya başlamıştı.
Küçük bir kızken bile yaşıtları gibi oynayıp, koşturamazdı. Her köşe başı, her sokak arası karşısına bir ağabeyi çıkardı. Onun için hiç saklambaç oyununda sobelemeyi başaramamıştı. Çünkü ebeden önce onu mutlaka bir ağabeyi bulmuştu. Liseyi bitirmiş olmasına rağmen tek kütüphaneye gitmeyen öğrencinin de kendisi olduğunu düşünüyordu. Ya da kendi gibi kalabalık bir ailenin tek kızı olan başka bir kız. Minibüse binmenin neresine özenilirdi ki? On dokuz senelik ömründe hiç binmemiş biri olarak bu soruyu da "kendim" diye cevaplayabilirdi. Arkadaşları ile olan görüşmeleri de hep kendi evinde olmuştu. Hiç bir arkadaşının evine gidemediği gibi onlarla dışarıda da buluşamamıştı. Kendisiyle gelen ağabeylerinin varlığına izin vermeyen arkadaşlarının aileleri ne kadar haksız sayılabilirdi?
Genç kız böyle büyümüştü ve bu durum hoşuna gitmese de böyle yaşamaya alışmıştı. Ama talipleri olmaya başladığından beri zaten takipte geçen ömrü iyice ambargoya uğramıştı. Bir de üzerine bu Selçuk belası eklenince her şey iyice dayanılmaz olmuş, nefes alamaz hale gelmişti. Beş ağabeyin tek kız kardeşi olmak başlı başına ağır bir yüktü. Üstüne eklenen bu denli baskı genç kızı çıldırtıyordu. Koca dünyanın daracık bir bidona dönüştüğünü, kendisinin de içine sıkıştırıldığını hissediyor, boğulacağını zannediyordu. Bir gün bu darlıktan çıkabilecek miydi?
" Aaa... Allah rahmet eylesin!"
Annesinin sözlerini duyunca dikkat kesildi. Annesi konuşmasını bitirince;
" Kim ölmüş?" Diye sordu.
" Allah taksiratını affetsin, Hâkim Dede vefat etmiş."
" Hâkim Dede mi? Hasta mıymış? Ne olmuş?"
" Ne olacak kızım, yaşlıydı zaten. Yatağında son nefesini vermiş. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun."
Genç kızın birden gözünün önüne geldi yaşlı adam. Çok bilge biriydi. Trabzon'da onu tanımayan, tanıyıp da sevmeyen, sözünü dinlemeyen biri yoktu. Çocukken köye çıktıklarında onu ziyarete giderlerdi. Onu her gördüğünde ona mutlaka bir şey verirdi. Bu bir şeker olur, bir kalem olur bazen de bir avuç fındık olurdu. Oraya gideceğini duyduğu zaman hep sevinirdi. Alacağı küçük armağanın heyecanı küçük çocuğu sarardı. O zamanlar bunun her çocuğa yapıldığını bilmeden sadece kendisine özel bir muamele zanneder, kendisini özel hissederdi.
" Çok üzüldüm, çok iyi biriydi Hâkim Dede! Her köye çıktığımızda ona uğramayı ne çok severdim. Yakında da görmemiştim, Allah rahmet eylesin. Çok üzüldüm."
" Nereden görecektik bu sene bir yere çıkamadık ki" dedi Sevim hanım ama dediği gibi de pişman oldu. Kızının alınmasından endişe etmesine fırsat kalmadan Efşan;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUVAK (Raflarda)
Romance" Görebildiğin tek çıkış biriyle evlenmek mi?" " Görebildiğim tek çıkış ortadan yok olmak! Her hangi bir şekilde yok olmak!" Genç kız oturduğu yerden doğrulmaya çalıştı ama başaramadı. Bu konuşma içine ateş düşürmüştü. Biraz değil fazlaca hava...