10. Bölüm

99 8 0
                                    

          Vakit ancak öğleni geçmişti ama hava sanki daha geç vakitmiş gibi karanlıktı. Bugün de her sabahki gibi güne sessiz başlanmıştı. Feride Hanım daha dönmemiş olduğundan sofralarında çekişme de olmuyordu. Meral Han'ım eşini gönderdikten sonra hemen odasına çıkmıştı. Bu kadının çok yaşlı olmamasına rağmen hayattan bu kadar kopuk yaşamasına anlam veremiyordu. Her yemekte avuç dolusu ilaç alıyor, sadece kocası ve oğlu bir şey sorunca cevaplıyordu. Nasıl bir yaşanmışlık bu hale gelmesine sebep olmuştu merak etti. Evde konuşup merak ettiklerini öğrenebileceği kimse yoktu. Gülsüm hala genç kıza olan utancını aşamamıştı. Nurcan abla ise o kadar meşguldü ki konuşmaya fırsatı yoktu. Bu evde bir şeylerle meşgul olması gerekiyordu yoksa bu boşlukta kaybolacaktı. Kahvaltının ardından yine masayı toplamada Gülsüm'e yardım etmişti. Nurcan abla yemek yapmak için sebzeleri çıkardığında genç kız ne kadar mutlu olmuştu. Uğraşacak bir şey olsun da patates soğan olsundu. Beraberce yaptıkları yemeklerin ardından genç kız da odasına çıkmış ve ortalığını toplamıştı. Şimdi de köşe koltuğun köşesine sığışmış dün aldığı direktifleri düşünüyordu. Genç adamın öfkeden kararmış bakışları gözlerinin önünden hiç gitmiyordu. Bu büyük hiddeti sadece telefonuna cevap vermediği için kazandığını düşünmüyordu. Kimse bu kadar deli olamazdı. Başka bir şey olmalıydı, başka bir hata ya da verdiği karardan mı pişman olmuştu? Genç kızın varlığını üstlendiği için kendine, teklif ettiği için de genç kıza kızıyor olabilir miydi? Böyleyse bu gördüğü öfkeyi biraz daha haklı kılabilirdi.

O geceden sonra bu yaptıkları evlilik hakkında hiç konuşmamışlardı. Nasıl devam edeceği, ne kadar süreceği hakkında genç adamın ne düşündüğünü bilmiyordu. Kendi sadece Selçuk'un ulaşamayacağı bir yere gitmek istemiş ve bunu da elde etmişti. Gerisi için genç adamın ne düşündüğünü bilmek, bu durumun sonunu netleştirmek istiyordu. Ama bu konuyu açmaya kendi cesaret edemiyor, edecek gibi de görünmüyordu.

Akşam yemeği vaktinin yaklaşmasını beklerken biraz televizyon izlemek istedi. Kanallarda öylesine dolaştı. İlgisini çeken hiç bir şey bulamayınca televizyonu kapatıp ayağa kalktı. Üzerine kalın şalını alarak terasa çıktı. Gökyüzünde bir tane bile yıldız görünmüyordu. Demek ki yarın hava yağmurlu ya da bulutlu olacaktı. Derin bir nefes aldı. Babası eve gelmiş olmalıydı. Annesi kendisi olmadan yalnız başına ne yemek yapmıştı? Belki de yengesi Nuray eskisinden daha çok annesinin yanına gidiyordu. Kendi İstanbul'da olsa da aklı Trabzon'da evindeydi. Bu yüzden olmalıydı ki yanına gelen Selman'ı duymadı.

" Hava balkon sefası yapmak için fazla soğuk."

Genç kız irkilerek arkasına döndü.

" Buna bir son vermelisin!"

Kaşlarını kaldırarak Efşan'ın ne demek istediğini çözmeye çalıştı ama başarılı olamadı.

" Neye?"

" Arkamdan bu kadar sessiz gelip beni korkutmaya."

Gerçekten korkmuştu. Karanlık terasta adamı görmediği gibi sesini de duymamıştı. Deli gibi çarpan kalbinin üzerine elini bastırdı. Sakinleşmesini sağlamaya çalışıyordu. Selman'ın kendisine gülen gözlerle bakarken bu durumdan hayli eğlendiği belli oluyordu.

" Üzgünüm" dedi hiç de üzgün görünmeyerek. "Seni korkutmak istememiştim."

" Bundan o kadar emin değilim."

Dudaklarındaki geniş tebessüm daha da büyüdü. Genç kızın elinden tutarak;

" Hadi içeri girelim, hava çok soğuk" dedi.

Dün akşamki adamın en ufak bir izi yoktu üzerinde. Sanki o sinirden deliren, öfkeden kararan adam şimdi kendisine tebessümle bakan bu adamla aynı değildi. İçeri girdiler. Selman kapıyı kapatınca içerinin sıcak havası genç kızın yüzünü yaladı. Gerçekten dışarısı çok soğuktu ve genç kız Selman gelmese kendini kaptırdığı âlemde bunu anlamayacaktı. Üzerindeki şalı katlayıp dolaba koyarken genç adam koltuğa oturdu ve eliyle koltuğun minderine vurarak Efşan'ı yanına çağırdı. Genç kızda çağrıldığı yere gitti ve oturdu. Sehpanın üzerindeki kutuyu alıp genç kıza uzattı. Telefon markasını görünce hatasını telafi etmek için kendisine telefon aldığını anladı. Uzatılan kutuyu almakta tereddüt etti. Bunu isteyip istemediğinden emin değildi. Selman sabırsızca bekletilen elini genç kıza biraz daha uzattı.

" Beğenmedin mi?"

" Hayır, beğenmemek değil."

" Ne peki?"

"............"

" Efşan alsana şunu."

" İstemiyorum."

Genç adamın gülen gözleri anında karardı. Ruh hali ne kadar da çabuk değişiyordu.

" Sence ben kapris çekecek bir adama benziyor muyum?"

" Bu kapris değil."

" Bu kapris!"

" O telefonu bana ağabeyim almıştı. Onun benim için bir anlamı vardı."

" Ben bu kadar duygusallıktan anlamam. Telefon benim için sadece ihtiyaç giderici bir makine. Buna olduğundan fazla anlam yüklemen saçma. Bence sen de bu tür detaylara takılıp kendini de beni de yormamalısın." Genç kız adamın yaptığı bu tanımlamaya inanamıyordu.

" Bu kadar duygusuz biri olamazsın."

" Gerçekçi diyelim."

" Ama..."

" Gerçekçi ve kurt gibi aç" hadi yemeğe inelim.

İstediği konuyu istediği zaman açıyor, istediği zaman da kapıyordu. Genç kız eline tutuşturduğu kutuyla öylece kalakalmıştı. Kalkıp kapının yanına kadar giden Selman arkasına döndüğünde Efşan hala bıraktığı haldeydi. Elini uzatarak çabuk işareti yaptı ve aceleyle;

" Hadi" dedi.

Aşağı indiklerinde Gülsüm masanın son eksiklerini koyuyordu. Meral Hanım ve İbrahim Bey henüz inmemişlerdi. Selman tamamlanmaya yüz tutmuş sofraya babasını beklemeden oturunca genç kız;

" Ne yapıyorsun?" Dedi telaşla.

" Ne yapıyor muşum?" Derken çatalına zeytinyağlı sarmadan bir tane saplamıştı bile.

" Baban ve annen daha gelmedi. Onları beklemelisin."

" Ben dünkü çocuk değilim ve çok açım."

Elindeki çatalı hızla kaptı Efşan. Kendisine saygı duymuyor olabilirdi ama bir evlat nasıl ana babasına saygı duymazdı. Buna izin vermeyecekti.

" Sen hala onların çocuğusun ve büyüklerini beklemelisin."

Selman'ın çatalı Efşan'ın elindeyken yaşlı çift ağır ağır merdivenlerden indiler. Masaya yaklaşıp oturduklarında ancak genç kız, kendisine hayret dolu gözlerle bakan kocasınınçatalını eline verdi.

Yemekten sonra İbrahim Bey oğluna iş hakkında bazı sorular sorduğunda genç kız ticaret uzmanı olduğunu bildiği bu adamın koca bir lojistik şirketinin sahibi olduğunu yeni öğreniyordu. Babası tüm yetkilerini uzun süredir oğluna devretmiş olmasına rağmen gelişmeleri yakından takip etmeyi seviyordu. Genç kız, baba oğul konuşurken kahve tepsisiyle içeri girdi. Büyüklerden başlayarak ikram ettiği kahveleri dağıtırken aklına evlenmiş olmasına rağmen damat beye ilk kez kahve pişirdiğini fark etti. Ne istenmesi, kız isteme ne de verilmesi geleneksel olmuştu. Damada pişirilen acı kahve gibi bir anısı hiç bir zaman olmayacaktı, birçok olması gereken anılarının olmayacağı gibi. Oturduğu yerde açık olan televizyona görmez gözlerle bakıyordu. Kendine acımak için ne çok sebebi vardı.

Selman babası ile konuşurken de genç kızı gözlemleyebiliyordu. Onun her hareketini takip etmek kendisinde ne kadar çabuk bir alışkanlık olmuştu. Kahve tepsisiyle salona girişini, onu zarif bir diz çöküşle ikram edişini ve gülen gözlerinin bir anda nemlenişini dikkatle seyrediyordu. Aklına gelenleri tahmin etmekte zorlanmıyordu genç adam. Hiç bir şeyi olması gereken gibi yaşayamayan bu genç kız için elinden bir şey gelmiyordu. 

DUVAK (Raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin