Gecenin karanlığında ağabeyinin pantolonunu giymiş, beresini takmış, montunun yakalarını dikmiş, atkısını boynuna dolamış, küçük bir delikanlıya benzeyerek oturduğu taksinin arka koltuğunda yaşadığı şehre veda ediyordu.
Saat sabah 04.00 sularıydı. Pencerelerde hiç ışık yoktu. Belli ki herkes uykusunun en katmerli yerindeydi. Sokağın avcıları kediler bile ortalıkta görünmüyordu. Alaca karanlığı yarmaya çalışan sokak lambalarının çabası cılız kalıyordu. Gece tüm hakimiyetiyle sokaktaydı. Hastaların iniltisinden, bebelerin mızırdanmasından ve kendi kaçışından bihaber mahallesine küskün baktı. Nemli bakışlarının ardından her kaldırım taşına neşeli anılarını bıraktı. Ardından kovalayan kırgınlıklarına er geç yakalanacağını biliyordu. Umursamadı. Yirmi yıllık hayatıyla istemese de vedalaşıyordu.
Dikkat çekmeden havalimanına gitmek için özellikle bu saat tercih edilmişti. O kavgadan sonra Selçuk kaçmış ama Yengeç evi gözetletmekten vazgeçmemişti. Bu saatlerde ilk kez dışarı çıkıyordu. Gerçi bu pek çıkmak sayılmazdı, düpedüz kaçıyordu. Kendi evinden, kendi ailesinin hazırladığı bir planla, bu adamla birlikte ayrılıyordu. Yaşadığı bu mecburiyet kaderiydi. O da her genç kız gibi âşık olacağı erkeğe bembeyaz gelinlikler içinde, anlı şanlı bir merasimle gitmek, koluna girdiğinde hayallerindeki kadar mutlu olmak isterdi. Böyle uğursuz bir hırsız gibi kılık değiştirerek değil. Hayır, hayır hayıflanmayacaktı. Buna bir başlarsa sonunun gelmeyeceğini biliyordu. Ona hiç bir çıkarı olmadığı halde yardım eden yanındaki bu adama daha ilk dakikalarda külfet olmayacaktı. Onu şimdiden bezdirmek istemiyordu. Camını açtı. Kafasını gelen havaya biraz daha yaklaştırdı. Yanmaya başlayan gözlerini kapadı ve şehrinin kokusunu içine derin derin çekti. Artık kabul etmeliydi. Öyle ya da böyle bu yolculuğa başlamıştı. Hayallerini bohçaladı ve yüreğinin derinliklerinde ki sandığa bir daha açılmamak üzere kilitledi.
Taksicinin sigara içmekten tortulaşan sesi şehriyle vedalaşmasını böldü.
" Sabah uçağı ha dayı?"
" Evet" dedi yaşlı adam taşıdığı emanetin yorgunluğuyla.
" Vakit erken ama iyi oluyor, gün bölünmüyor değil mi?"
" Öyle."
Muhabbet etmek isteyen taksicinin hevesini kursağında bilerek bıraktı. Günlerdir gergin ve yorgundu. Bu şehirden çıkıp da evinin kapısından içeri girene dek bu halden kurtulamayacaktı. Bu yüzden taksicinin muhabbet etme arzusu umurunda değildi. Cenaze için geldikleri memleketten gelin alıp dönüyorlardı. Akıl almaz bu hadise gerçek mi yoksa bir rüya mı hala ayırt edemiyordu. Bunca ömründe çok şeyler yaşamış, çok şeyler görmüştü. Kâh gülmüş, kâh ağlamış, kâh sevinmiş, kâh üzülmüştü. Fakat bu denli şaşkınlığı hiç ama hiç yaşamamıştı.
Oğlu hastanede yanlarına gelip "bir çözüm buldum" dediğinde kırk yıl düşünse aklına bu evlilik gelmezdi. Arkadaşına ve kendine öyle kararlı konuşmuştu ki yaşlı adam oğlunu tanımasa gerçekten bu kızla evlenmek istediğine inanacaktı. O gece otele gittiklerinde Selman'a ağzına geleni söylemiş, yapmak istediğinin yanlış olduğuna ikna etmeye çalışmıştı. Ama oğlu ısrarcıydı. Aldığı karardan dönmeyeceğini ve her ne olursa olsun bu kızla evleneceğini babasına kesin bir dille söylemişti. Yaşlı adam oğlunun anlam veremediği bu ısrarında hazırlıksız yakalanmıştı. Senelerdir insan içine çıkmayan, bayram, seyran, düğün davet tanımayan oğlunun yeniden evlenmek istemesini hiç bir mantıklı sebebe bağlayamıyordu. Selman anlık kararlar alan uçarı bir genç hiç bir zaman olmamıştı. Oğlunun bu kıza âşık olabileceğine inanmak istiyor ama kendini bir türlü ikna edemiyordu. Selman büyük bir öfkeyle doluydu. Şu son beş yıldır günden güne beslenen, önüne bent kurulamayan bu öfkenin genç kıza zarar vereceğinden korkuyordu. Öte yandan bu kurtuluşa minnetle sarılan arkadaşının sevincini dürüst olmayan bir memnuniyetle paylaşıyordu. Olmaması için elinden geleni ardına koymayan bu yaşlı adam su gibi akıp giden nikâh işlemleri karşısında çaresizdi. Çabalarının hepsinin boşuna olduğunu şimdi görüyordu. Arkasında oturan, küçük bir çantayla erkek kılığında yanlarına aldıkları bu tehlikeli emanet artık geliniydi. Şu uçağa bir binseler, evlerine kazasız belasız bir ayak basabilselerdi kurban kesecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUVAK (Raflarda)
Romance" Görebildiğin tek çıkış biriyle evlenmek mi?" " Görebildiğim tek çıkış ortadan yok olmak! Her hangi bir şekilde yok olmak!" Genç kız oturduğu yerden doğrulmaya çalıştı ama başaramadı. Bu konuşma içine ateş düşürmüştü. Biraz değil fazlaca hava...