Vakitsiz gri bulutlar bir perde gibi ,görünmeye çalışan güneşi tamamen kapatmışlardı. Hava, umudun üzerini örten umutsuzluk gibiydi. Karamsarlık yağıyordu gökten, yağmur yerine. Herkes nasibini alıyordu bu sağanaktan. Yüzlerdeki ufacık gülümsemeler soluyordu dudaklarda... Haziran ayı gelmiş olmasına rağmen o gün yazı yanında getirememişti. Dertliydi gökyüzü. Doluk doluktu. Kararmış, sıkılmış, bunalmıştı ama taşıdığı yükten bir damla dökememişti bulutlar. Bu sıkıntı seyredenleri de etkisi altına alıyordu. Yapılacak işler askıya alınıyor, gezmeler erteleniyor, yeni olan hiç bir şeye başlanamıyordu.
Manevi havadaki cereyandan habersiz elinde telefon haber bekliyordu Feride Hanım. Kurtlar puslu havayı severdi, Feride Hanım da kurtları. "Niye aramadı bu oğlan?" diye defalarca sorduğu soruya saatlerdir beklediği halde hala cevap alamamıştı. Sabrı sevmeyen yaşlı kadın sınırlarını zorluyordu. Oturduğu yerden kalktı. Salonu baştanbaşa dolandı. Günlerdir verdiği savaş tükenmek bilmiyordu. İbrahim gelmeden konuşmalıydı bu oğlanla. "Ah Burak, ah deli oğlan! Beceremedin mi, ne oldu?" Başındaki ağrı yine zonkladı. Gitti. Camın önündeki koltuğa oturdu. Sanki demirden bir el şakaklarını sıkıyordu. Nefesi daraldı. Bunalmıştı. Yaşadığı senelerin şahidi zayıf ve buruşuk elleriyle ağrının tepindiği şakalarını sıktı. "Dün de böyle olmuştu. Hep bu işin gerginliği yüzünden" dedi kendi kendine. İlk kez yaşlandığını hissetti. O böyle heyecanlara dayanamayacak bir kadın değildi. O ne depremler, kasırgalar atlatmıştı. Onu böyle küçük dalgalar sallayamazdı. "Belki de üşüttüm" diye düşündü. Havalar bir sıcak, bir soğuktu. Muhtemelen bu hava değişikliği yaşlı kadını sarsmıştı. Çalan telefonun müziği başındaki ağrıyı unutturdu. Unutmayan eli şakağında diğer eliyle telefonu açtı.
" Neredesin hayırsız! Kaç saattir deli oldum."
" Buradayım anneanne ya! Dur, bu ne telaş!"
" Neyse, neyse uzun etme, anlat hele ne öğrendin?"
" İpin ucunu yakaladım. Haberler tam istediğin gibi. Sen ne yaşlı kurtsun, nasıl anladın ya?"
Sevinçten ayağa kalktı. Haklı çıkmanın verdiği gururla kocaman gülümsedi. Yaşlı gözleri parladı.
" Ne diyorsun!!!"
" Adam çarparsın alimallah!"
" Geç onu, var bir çıban otu di mi? Demiştim ben, anlamıştım!"
" Var, var gül nenem, ama..".
" Ama ne?"
" Hikâye derin. Buna üç az, gel sen bunu bir beş yap, ben de sana bülbül gibi bütün öğrendiklerimi şakıyayım.
" Ne?! Beşlik mi? Deli misin sen, açgözlü dana!"
" Orasını bilmem artık, hikâye canlı, duysan üçe beşe bakmazsın."
" Kime çektin sen mendebur!"
Yaşlı kadın vermeye gönüllü değildi ama bu bilmek isteği, bu önüne geçilmez merak cimriliğini bile bastırmıştı.
" Tamam, tamam, neyse o...Anlat bakalım, ne öğrendin?"
Selman küçük karısıyla gününü gün ederken, o memlekete yolladığı torunuyla işin iç yüzünü öğrenecekti. O köy güzeline aslan gibi adamı yedirir miydi? O ki, Suna ona yar olamamıştı, kimse olmayacaktı. O ki, bu saltanata Suna gelmeyecekti, kimse gelemezdi.
Delikanlı yaşlı kadının merakından beslenerek hararetle öğrendiklerini anlatıyordu. Feride Hanım her duyduğunu hayret ve sevinçle karşılıyor, "Ben anlamıştım, ben biliyordum" diye dinlediği hikâyeye katılıyordu.
" Selman ağabeyim ve ablamı hatta Zeynep'i sonradan öğrenmişler. "
Onu da anlamıştı. O gün söylediğinde genç kızın beti benzi atmıştı.
" O isteyenlerle konuştun mu?"
" Yok, onlara hiç rastlamadım."
" O zaman git rastla... Bir de oradan haber al bakalım."
Somurtkan gökyüzüne inat, koca bir gülümseme yayıldı yaşlı yüzüne.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUVAK (Raflarda)
Romance" Görebildiğin tek çıkış biriyle evlenmek mi?" " Görebildiğim tek çıkış ortadan yok olmak! Her hangi bir şekilde yok olmak!" Genç kız oturduğu yerden doğrulmaya çalıştı ama başaramadı. Bu konuşma içine ateş düşürmüştü. Biraz değil fazlaca hava...