Selman aynadan kendisine bakan Selman'la göz gözeydi. Bakışlarındaki mor pırıltıları, saçlarının arasındaki gümüş tellere yakıştıramadı. Parmaklarıyla her zamanki gibi saçlarını tarakladı. Gümüş teller yine parıldıyordu. Saçlarını diğer tarafa yatırdı. Geçirdiği acı yılların ak hatıraları yine oradaydı. Peki, ya bu gönlüne ne oluyordu? Bu çırpınış bu telaş neydi? Ya yeşil gözlerdeki bu heyecan, ya ettiği yeminler, verdiği sözler? Bütün bunları unutabilir miydi? Kahrettiği günleri, geceleri yok sayıp yeniden başlayabilir miydi? Böyle yaralı, acı çeken bedene "aşkı" libas olarak giydirebilir miydi?
Birden aynadaki aksinin yerinde, Efşan'ın bakışlarını kaçıran beyaz çehresi belirdi. Utangaç ama cesur, naif ama güçlü, çekingen ama kararlı genç kızı hayranlıkla seyrediyordu. Onu tanıdığından beri gösterdiği çabaları hatırladı. Çaresizliğinde çareyi kendi olarak görmesini hayretle izlemişti. Boğulmakta olduğu denizde cesaret simidine tutunmuş ve kurtulmuştu. Bunu kendi de yapabilirdi. Düştüğü aşk nehrinden, arınmış ve taptaze çıkabilirdi, tıpkı cennetteki hayat nehri gibi.
Gülümsedi. Araf'ta kalmaktan yorulmuştu. Kendine bir şans daha tanıyacaktı. Efşan'ın gidecek olma korkusu, bu karar aşamasını biraz hızlandırmış olabilirdi. Bu deli eden korkuyu bir daha yaşamak istemiyordu. Artık alışkanlık diye susturduğu çığlığın "aşk" olduğunu kabul ediyordu. Şimdi tek arzusu Efşan'ın kalbi tarafından kabul görmekti.
Pazar kahvaltısı yine bir sürü nimetle hazır bekliyordu. Kahvaltılıkların her çeşidinden ikişer üçer konmuştu masaya. Peynirin kaşarı, tulumu, otlusu, otsuzu; zeytinin yeşili, siyahı, biberlisi, kekiklisi; reçelin çilek, vişne ve eriklisi yenmek için hazır bekliyordu. Nurcan Hanım'ın açtığı börek, Gülsüm, Efşan ve Zeynep'in yaptığı poğaçalar da sıcak kokularını arsızca bütün eve yayıyordu.
İbrahim Bey ve Meral Hanım özledikleri huzurun rahat kollarında masanın son eksiklerini tamamlayan gençleri seyrediyorlardı. Zeynep'in gülen gözlerle Efşan'ın peşinden gidip gelmesi, Gülsüm'le Efşan'ın şakalaşmalarındaki lezzeti, Feride Hanım'ın tatsız sataşmaları bile bozamıyordu.
Selman'ın kocaman bir gülümseme ile merdivenlerden indiğini gören İbrahim Bey, oturduğu koltuğa omuzlarını gererek yaslandı. Feride Hanım rahatsız olduğu bu ortamdan bir an önce kurtulmak istiyordu.
" Hadi bakalım. Beklenen paşa da geldiğine göre çayları doldurun."
Herkes masanın etrafında yerini almaya başlamıştı. Efşan tepsiyle getirdiği çayları güler yüzle ikram ediyordu. Servisler yapıldı. Çatal bıçak sesleri birbirine karıştı. Yemeğin ilk aşamasındaki hız yavaşlayıp dudaklar yemede daha ağırlaşınca Selman:
" Baba biz bu hafta biraz kaçacağız, mühim bir meselem var halletmem gereken" dedi.
İbrahim Bey:
" Öyle mi? Hayırdır."
" Hayır, hayır inşallah!"
" Nereye, bakalım?"
" Fazla uzağa değil, yakınlardayız."
" Hı, gizli bilgi, oldu o zaman. Yolculuk ne zaman?"
" Bir telefon bekliyorum, gelsin ona göre."
Efşan konuşulanları anlamakta zorluk çekiyordu. Selman kiminle, nereye gidiyordu? Meral Hanım'ın sorusu merakını giderdi.
" Oğlum ne iyi bir haber bu! Ama keşke önceden söyleseydin de kızcağız hazırlansaydı. Belki eksiği vardır."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUVAK (Raflarda)
Romance" Görebildiğin tek çıkış biriyle evlenmek mi?" " Görebildiğim tek çıkış ortadan yok olmak! Her hangi bir şekilde yok olmak!" Genç kız oturduğu yerden doğrulmaya çalıştı ama başaramadı. Bu konuşma içine ateş düşürmüştü. Biraz değil fazlaca hava...