30 ☆ Final « Bölüm 1

1.9K 178 68
                                    

Medya: Blackpink - Kill This Love

30 - Final « Bölüm 1

Altı Ay Sonra

"Taehyung! Kapıya baksana." Taehyung, Jin'in kendisine seslenmesiyle yayıldığı koltuktan zor da olsa kalktı. Oflayarak kapıya doğru ayaklarını sürüdü. Pazar günleri iş yapmaktan, yerinden kalkıp beş adım atmaktan bile nefret ediyordu. Kapıya ulaştığında kapı kolunu aşağı indirdi. Kahverengi kapıyı ufak bir gıcırtıyla açıldığında, karşısında gördüğü kişi Taehyung'u şaşırtmamıştı: Jisoo.

Jisoo kocaman gülümseyerek Taehyung'a sarıldığında, genç adam her zamanki gibi kollarını dolasa mı yoksa onu itse mi bilememiş, bir süre öylece beklemişti. Jisoo aynı neşeyle Taehyungdan ayrılıp mutlulukla içeri girdiğinde bunu pek umursamış gibi gözükmüyordu. Jisoo almaya başladığı terapi sayesinde çok değişmiş adeta bambaşka biri olmuştu. Son altı aydır da Taehyung'a kendini affettirmek için her şeyi yapıyordu. İlk zamanlardaki, Taehyung'un ilgisini çekmeye çalıştığı zamanlardaki, gibi davranıyordu. Tek fark bu gerçekti. Jisoo, genç adamın söyledikleri hakkında çok düşünmüştü. Başkası söylediği için seni seviyorum demiyordu. Aslında bir süreden sonra durum değişmişti de. Jisoo Taehyung'u gerçekten seviyordu ve bunu kanıtlamak için her şeyi yapardı.

"Temmuz ayındayız Taehyung," dedi Jisoo, Taehyung'un üzerindeki siyah bol pantalon ve gucciden alındığı her halinden belli olan, ama Taehyung fazla giydiğinden olsa gerek kumaş ölme aşamasına gelecek kadar kendini salmıştı, kazağına ve çocuğun ifadesiz hatta asık yüzüne bakarak. "Biraz neşelen!"

"O işi benim yerime sen yapıyorsun."

Jisoo gülerken Jin mutfaktan iki tatlı tabağı ile çıkmıştı. "Jisoo!" dedi gülümseyerek. "Ne kadar şanslısın, bugün de en sevdiğin tatlıdan yapmıştım. Buraya gelmen büyük bir tesadüf oldu değil mi, sonuçta her gün gelmiyorsun!" Jin kahkaha atarken Jisoo omuz silkmişti. "Aslında ben her gün geliyorum."

"Evet," dedi Jin gülmeyi keserken. "Espri yapmıştım. Yani kimse anlamadı mı?" Jin tatlı tabaklarını sehpaya bırakırken Jisoo da yoldan topladığı çiçekleri bir vazonun içine koymakla meşguldü.

"Peki, en sevdiğim tatlının bu olduğunu nereden biliyordun?"

Jin, arkası dönük bir şekilde oturup aynı ifadesizlikle tatlısını yiyen Taehyung'u işaret etti. "Bazı kuşlar söyledi." Jin sekerek merdivenlerden çıkıp odasına gittiğinde, Jisoo heyecanla gülümsemiş ve kendi tabağını alarak Taehyung'un yanına oturmuştu.

"Benimle ilgili bazı şeyleri biliyor olman beni çok mutlu etti."

"Nasıl bilmem ki?" dedi Taehyung omuz silkerek. "Yaz tatilinin başından beri her gün buradasın."

"Bu kötü bir şeymiş gibi söylüyorsun." Jisoo sahte bir şekilde kızıp tatlısını yemeye devam ederken Taehyung da her gün izledikleri bir programı açmıştı. Tatlılar bittiğindeyse, Jisoo terapisine geç kalmamak adına ayaklanmıştı. "Gidiyorum Taehyung." demişti çocuğun dikkatini çekerek. "Akşam partide görüşürüz."

"Sana gelmeyeceğimi söyledim, Jisoo."

Jisoo çocuğun bıkkın ifadesine karşı sadece gülerek çantasını almıştı. "Beni sakın ekme." Taehyung yerinden doğrulma gereği bile duymadan oturmaya devam ettiğinde Jisoo kapıya varmıştı. Kapının kulpunu çevirip dışarı çıkmadan ve kapıyı arkasından hızlıca kapatmadan hemen önce seslendi. "Seni seviyorum."

Jisoo, Taehyung'un yüzündeki minik gülümsemeden habersizdi ama bilmese de olurdu.

***

"Jungkook! Benim gömleğim nerede?"

"Nereye koyduysan ordadır hyung," Jungkook kafasına yastık yediğinde sinirle söylenmiş ve oturduğu koltuktan kalkarak abisinin dolabı önüne gelmiş ve gömleğini bulmak amacıyla çalışmalara başlamıştı.

Yoongi acayip bir panik halindeydi. Bugün sabah altıda kalkmıştı ve aslında heyecandan gece de doğru düzgün uyuyamamıştı. Altı aydır, yani Jennie gittiğinden beri, sürekli onu her gün arıyordu ve mesajlaşıyorlardı. Jennie'nin onu affedip affetmediğini hala bilmiyordu ama biraz da olsa iyi hissediyordu. Bazenleri içinde genç kıza karşı oluşan özlem Yoongi'ye berbat hissettirse de dayanmaya çalışıyordu. Bunların hepsini hak etmişti ve Jennie döneceği için şükretmeliydi.

"İşte buldum." Jungkook gömleği Yoongi'ye uzattığında Yoongi hızlı bir şekilde almış ve üzerine geçirmişti. Birkaç dakika daha ayna karşısında oyalandıktan sonra Jennie'yi karşılamaya geç kalmamak için evden çıkmıştı. Zaten çağırmış olduğu taksiye atlayıp Incheon Havaalanına gideceklerini söyledi.

Havaalanına varmaya on dakika kala telefonu çalmıştı. Arayanın Jisoo olduğunu gördüğünde vakit kaybetmeden telefonu kulağına dayadı. "Efendim Jisoo."

"Vardın mı?"

"Hayır," dedi Yoongi gerginlikle. "Taksideyim."

"Geç kalmışsın." Jisoo söylendiğinde Yoongi derin bir nefes almıştı. "Jennie'ye kötü davranırsan seni parçalarım."

"Saçmalama," dedi Yoongi. "Bu konuda endişen olmasın."

"Bu arada," dedi Jisoo telefonu kapatmadan hemen önce. "Dikkatli ol da Jennie'nin hazırladığımız karşılama partisinden haberi olmasın."

Taksi Incheon Havaalanına vardığında Yoongi gerekli ödemeyi yapmış ve taksiden inip, koşarcasına ilerlemeye başlamıştı. Altı ay önce Jennie'yi mutsuzluk ve kalp kırıklıklarıyla bezenmiş bir şekilde uğurladığı bu yerde, böyle bir anın yaşanacağını tahmin edemezdi. Birkaç dakika daha bekledi ama sanki her dakika bir asırdı. Zaman çok yavaş geçiyordu. Fakat, sonunda Jennie elindeki iki bavulla kapıdan içeriye girdiğinde, Yoongi nefesinin kesildiğini hissetti. Hızlı adımlarla Jennie'ye yürüyüp ona sıkıca sarıldığında altı ayın tüm özleminini aşmaya çalışıyor gibiydi. İyi olan tarafsa, Jennie sarılışına aynı şekilde karşılık vermişti.

"Seni özledim." dedi Yoongi zorlukla. Sesini bulması bile şu an için zordu. Bacakları titriyordu ve başı dönüyordu. Sanki tüm bunlar gerçek değilmiş gibiydi ama bir o kadar da gerçek hissettiriyordu. Bir gün böylesine garip, hatta belki de biraz da çocukça hislerle karşılaşacağını, bu hisleri en derininde yaşayacağını, bu hislerin derinliğinde boğulacağını bilseydi kendine şaşırırdı. Şimdilerde, seni seviyorum kelimesini söylemek Yoongi'ye zor gelmiyordu. Sevdiğiniz kişiyi kısa bir zaman için bile olsa kaybetmek görüş açınızı tamamen değiştiriyordu.

"Ben de seni özledim, Yoongi."

***

"Annenle konuştuğun için pişman değilsin, değil mi?" Rose, elleri arasında tuttuğu çay fincanındaki çaydan bir yudum alırken, zaten cevabını bildiği soruyu sormuştu. Jimin ile her zamanki kafelerinde buluşmuşlardı.

"Ne pişmanlığı," dedi Jimin kocaman gülümserken. "Hayatımın en güzel zamanlarıydı." Sonra duraksamış ve Rose'nin yanaklarının kızaracağını bildiği için keyifle gülümsemişti. "Senin sevgilim olduğun zamanlardan sonra tabii."

Jimin annesiyle ilk görüşmesini tamamladıktan sonra soluğu Rose'nin yanında almıştı. Ne yapacağını kime ne diyeceğini bilememişti ama aslında doğru bildiği şeylerin birer yalandan ibaret olduğunu fark etmek, ne olursa olsun acı verirdi. Jimin, annesinin babasını hiçbir zaman aldatmadığını ve annesinin onu isteyerek değil, babasının zoruyla terk etmek zorunda kaldığını ve babasının başından beri yalan söylediğini tüm ayrıntılarıyla öğrenmişti. Babasının Jimin'i büyütürken kız arkadaşların sadece birer geçici heves olduğunu ve kimsenin güvene ve değer vermeye değmediğini öğretmesinin büyük bir haksızlık olduğunu öğrenmişti. Şimdiki ismiyle Bayan Lee, Jimin'in babasını çok sevmişti.

Şimdi Jimin, karşısında oturan ve çay içerek, gülümseyerek etrafa bakan kızı çok sevdiğinden başka bir şey düşünemiyordu.

***

2. Partı da yarın atarım muhtemelen ❤ Umarım bölümü seversiniz, diğer bölüm final konuşmasını yapacağım şimdiden duygulanmayalım istedim~

and july ❅ vsoo ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin