BÖLÜM 17 "Biz"

33 3 2
                                    

Arkama bakmadan uzaklaşırken Ekin'den, kendimi bu sefer iyi hissediyordum. Ekin asla iyi niyetimi ve sevgimi hak etmiyordu. Onun tek bildiği kendisini seven insanları kırmak ve uzaklaştırmaktı. Merdivenlerden aşağı inip kütüphanedeki işimin başına geçmek üzere koridorda yürürken sessizliği Boran bozdu.

"İyi misin?" dedi. Başımı birkaç defa öne eğip " daha iyi olacağım." dedim. Sen git artık ben iş çıkışı bir ev bakacağım, orada kalmak istemiyorum. Ne kadar hızlı o kadar iyi.

"Ekin'i tanıyorsam oraya bir daha gelmez ama yine de sen bilirsin. Böyle rahat edeceksen eğer çıkışta bir ev bakalım." dedi.

"Peki." diyerek kütüphaneden içeri girdim. 

***

Ekin'in söyledikleri hala kulaklarımda yankılanıyordu, beni yanlış anlamıştı ve bu durum içime dert oluyordu. Bu saatten sonra ne fark ederdi ki?..  Boran'la okuldan çıkarken onu hiç görmemiştim. Birkaç ev bakmıştım ama içime sinen yalnızca biri olmuştu. Biraz küçüktü ama zaten bana yeterdi. Bir haftaya taşınmış olurdum. Akşam kafeye gidecek ve yine onunla karşılaşacaktım. Onunla aynı yerde olunca benliğimden sıyrılıp giden ruhum ona karışıyor ve bu benim canımı yakıyordu. Bu kadar çok seviyorken ayrı olmak zorunda mıydım sahiden, sorunlarımızı konuşarak çözemez miydik? Ya da ondan ve yaşadığı hayattan uzak durmam en mantıklı olanı mıydı bilmiyordum.

Heyecandan titreyen ellerimi saklayarak kafeye girdim, bir hafta sonra yılbaşıydı ve o zaman biraz daha erken gelmem istenmişti. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken tahta bölmeden içeri geçerek önlüğümü taktım. Ekin'in siyah önlüğü taburenin üstünde duruyordu. Gözlerime mukayyet olamıyordum çünkü her açılan kapıya "o" mu diye bakıyordum. Vakit ilerledikçe kafe kalabalıklaşıyordu. Bu akşam bir doğum günü organizasyonu vardı. Ben içecekleri hazırlamaya başlamak üzereyken tahta bölmenin altından giren Ekin bir anda karşıma çıktı. Karşılıklı kalakalmışken gözlerim ona kenetlenmişti. Sakallarını kesmişti ve yine sivri çene hatları belirginleşmişti. Boran'ın yüzünde bıraktığı hafif morluk ve dudağının kenarındaki küçük yarayla kötü görünüyordu. Ellerini alnına düşen dalgalı saçlarına götürerek benim hizama doğru eğildi. "Daha ne kadar bakmayı düşünüyorsun böyle?" dedi. Gözlerimi kaçırarak bardakların olduğu rafa doğru yöneldim.  "Ben burada çalıştığım için mi geldin buraya?" diye konuşmaya devam etti. Arkama doğru gelerek benden evvel uzanıp bardakları indirmeye başladı. Derinden bir iç çekerek sinirle tezgahın başına geri döndüm. "Yoksa bunun bir tesadüf olduğuna  mı inanmalıyım?" dedi. Siyah önlüğünü bağlayıp içecekleri hazırlamaya başladı benimle birlikte.  "Saçmasapan hayallere kapılma, sözleşme imzaladım ve işimi yapıyorum." deyince "patron benim, istediğin zaman ayrılabilirsin." dedi. Garsona içecekleri verirken nefret ettiğim gürültülü müzik başlamıştı bile. Haklıydı, buradan gitmeliydim. Ama ayaklarım uzaklaşırken kalbim eziliyordu. "Gideceğim." deyince "iyi olur." dedi. Ekin'in bilmediğim bir özelliğini daha keşfetmiştim. Her şeyi unutma da gayet iyiydi ve ona fazla anlam yüklemeyi bırakmalıydım. 

Neden burada çalıştığını merak ediyordum. Belki benim gibi nedenleri vardı onunda... Kafamdan onunla ilgili düşünceleri alaşağı etmeye çalışırken yaşayan bir şeyi öldürmenin zorluğu altında eziliyordum. Onun için atan kalbimi ellerimle boğazlarken can acısından ölüyordum ama sesim çıkmıyordu. Bana öfkeli olduğunu yüzünden okuyabiliyordum. Barın önüne gelip giden arkadaşlarıyla konuşuyor, şakalaşıyordu. Hatta selam vermeye gelenlerin çoğu birbirinden güzel kızlardı. Sonunda beklenen kişi gelmişti. "her zamankinden" dedi ve bana da selam verdi. Artık bu manzaraya alışmıştım ve gerçekleri çoktan kabul etmiştim. Ekin "neden tek geldin" derken onlara kulak kesildim. Aslı "bu da ne demek şimdi?" diye sordu. "Kerem'den bahsediyorum" dedi. " Ekin ben Kerem'i değil..." deyince Ekin "sus" dedi öfkeyle.

KUYUDAKİ GÜN IŞIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin