Sero & Paula Douglas - Temperamento
••
Kyushu / Japonya
Tam bir sene önce bu tarihlerde bir şişe şarap üzerine beş şişe bira içip her şeyin bittiğini düşündüğüm bir karanlıktaydım. Gerçi hala karanlıktaydım. Tek fark; içi boş ama sıcacık olan kocaman evimde değildim. Bir de, yalnızlığıma ortak olan bir adam ile birlikteydim.
Günler birbirini kovalıyordu. Orada zaman kavramı yoktu. Günü, kapının düzenli olarak açılıp kapanma vakitlerine göre programladım. Günde üç kez tuvalet için ve su vermek için, iki kez de yemek vermek için açılıyordu kapı. Ve bir de işkenceye götürmek için açıyorlardı. Görünürde her gün aynıydı ama günler birbirini kovalıyorken biz iyice güçten düşüyorduk. Artık hareketlerimiz ve konuşmamız yavaştı, konuştukça bile yoruluyorduk. Buna rağmen durmak bilmiyorlar, işkence sürekli farklı biçimlerde devam ediyordu ve en çok öfkelendiğim nokta; Jimin'e daha fazla işkence yapılmasıydı. Nefes almakta zorlanıyordu, benim ise kas ağrılarım dinmiyordu, özellikle bacaklarımda ağrılar çoktu. Sonuç olarak her günümüzü işkence ile bitiriyorduk. O süreçte Mario Yudaii bir kez bile gelmemişti.
İlk işkence gününden sonra Jimin, bir daha hiç ilk geldiğimiz zamanlardaki gibi olmadı. Başlarda onu konuşturmak için birkaç girişimde bulunmuş olsam da pek pas vermedi bana. İçine kapanıp sessizleşmiş, donuk ve soğuk hallerine dönmüştü tekrardan. Sadece her gece birbirimizin yaralarını sarıyorduk ve tüm olan bitene rağmen onu hemen hemen her akşam o küçük pencereden güneşin batımını izlerken görüyordum. Huzurla gökyüzüne bakıyordu, ben de ona.
İşkencenin beşinci gününde işkenceye ara verilmişti, nedenini bilmiyorduk. Saat akşam sekiz ya da dokuz gibiydi, saatleri günlük kapının açılıp kapanma düzenine göre tahmin edebiliyordum artık. Günlerdir gözlem yapıyordum. Birazdan tuvalet için kapı açılacaktı. Bu kadar beklememin tek nedeni de buydu zaten. Emin olmalıydım, kaç kişi olduklarından, kimin nerede durduğundan kaçış yerlerine kadar. Beynimde bir plan çıkarana kadar gözlemlemiştim. İlk bulduğumuz fırsatı değerlendirmeye mecburduk ve hataya yer yoktu. Ölümü en baştan itibaren göze alan Park Jimin'in aksine ben, o işkencelerin ya bizim ölümüzle ya da serbest bırakılarak biteceğine inanmıyordum. Bunu, bir çıkış yolu bularak kendimiz başaracaktık. Ve benim, bunun için bir planım vardı.
Bizi almaya gelecek birileri vardı.
Bundan ötürü bir cesaretle Jimin'e döndüm. "Aklımda bir kaçış planı var." Hemen yanıbaşımda oturuyordu, bakışlarını pencereden çekip bana döndü. Bakışları bile değişmişti artık, umutsuzca bakıyordu bana. Yine de ona planımdan bahsetmeliydim.
"Bana tek bir soru bile sormayacaksan eğer, sana anlatacağım." dedim.
Birkaç saat önce, o gün işkence olmayacağını öğrendiğimde tuvalete giderken önümde yürüyen adama, kaçan bir balığı yakalamaya çalışırcasına, "Pardon!" diyerek atılmıştım, "Bakar mısınız?" Bir an ayağım takılmış da dengemi kaybetmişim gibi yapıp el çabukluğu ile fark ettirmeden adamın cebindeki telefonu almış ve tuvalete girer girmez Gabriel'e konum atmıştım. İşimi hallettikten sonra da telefonu çaktırmadan tekrar cebine bırakmıştım. Adamın bir şey anlamış olmasına imkan yoktu. Sadece birazcık dikkat çekmiştim o kadar.
Kaşları çatıldı, sorgulayıcı bakışları yüzümde kol gezerken, "Tamam." dedi yalnızca.
Kalkıp odanın kapısına doğru yürüdüm. Kulağımı kapıya dayayıp dışardan ses gelip gelmediğine baktım. Her şey yolunda gözüküyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Veyl •• yoonmin
Фанфик[ veyl - cehennem çukuru ] İkimizden biri ölecekti bu savaşta. Benim silahlarım vardı ama onun saçları, dudakları, gözleri ve elleri benim silahlarımdan güçlüydü. Üstelik sıkacak bir kurşunu bile yoktu. Tek bir beden ama gördüğüm en güçlü orduydu. K...