Mero - Désolé
••
Okinawa Adası / Japonya
"Hoş geldiniz imparatorluğuma."
Kuzey'li adamın imalı sorusunu atlatıp henüz kendime bile gelmemişken, gözlerimdeki bandana açıldığında, kendisini imparator ilan eden bir adamın karşısına yaka paça savrularak önüne atılmıştım.
Adam, cebinden çıkardığı paketin içinden bir dal sigara alıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Açlığımı bile unutmuştum, canım deli gibi sigara çekmişti o an. Sigarasını anca üçüncü denemesinde yakabildi. Derin bir nefes çekip bıraktı ve sigarayı hemen önündeki muşamba kaplı küçük masanın üzerinde bulunan kocaman kristal küllüğün girintisine sabitledi. Burun deliklerinden upuzun, düşünceli bir duman attırdı. Etrafımızı sarmış korumaları ayakta ve biz yerdeyken sadece o sandalyede oturuyordu. Plastik bir sandalyede değil de, gerçekten bir imparator gibi tahtında oturuyordu sanki.
"Sana demiştim, öldürmediğin her düşman, elinde silahla tetikte beklemeni gerektirir." dedi Jimin dert yanar gibi.
Buraya getirilmeden hemen önce, sayesinde hissettiğim tüm duygular hala yerli yerinde duruyorken onu duymazlıktan geldim, cevap vermedim.
Adam, Jimin'in söylediğine anlamlı anlamlı gülümsedi. Muşamba kaplı masanın üzerinde duran viski bardağıyla sessiz sakin oynuyordu. Sigarasını tüttürürken yarım ağızla, şöyle bir "Hmmm..." yaptı yüzümüze bakmadan.
Bakışlarımı, pür dikkat odaklandığım sigara ve dumanından çekip önce bulunduğumuz yeri sonra adamı süzdüm. Aşağı yukarı yirmi metrekarelik bir odaydı. Dört duvarı, bir kapısı, soğuk havaya rağmen sonuna kadar dayanmış bir penceresi vardı. Muşamba kaplı masa ve bir de plastik sandalye, sadece iki eşya barındıran bir odaydı. Soğuk havanın etkisiyle burnuma en güzel koku gibi çalınan sigara kokusuna dayanamıyordum. Adama baktım, orta yaşlarda, uzun boyluydu ve geniş omuzlara sahipti ama bir hayli çirkindi. Açık alınlı, top sakallı, kısa saçlı biriydi. Platin sarısı saçları, metalik gri takım elbisesi üzerinde iğrenç bir görüntü oluşturuyordu. Zevksizdi. Ucunda altın bir haç sallanan kolye takıyordu. Siyah gömleğinin düğmelerini bağrına kadar açma nedeninin kolyesini gözler önüne sermek adına olduğuna yeminler edebilirdim.
"Park Jimin," Karşısında ve benim yan tarafımda fazlasıyla rahat oturan bedeni işaret ettiğinde, dudaklarını izledim ve o alaycı sırıtışın oluşumunu an be an gördüm. "Jung Hoseok'un köpeği."
Sigarasını söndürüp hemen ardından yeni bir sigara yaktı, yavaşça doğruldu oturduğu yerde. Kendini ağırdan satan biriydi, garip bir duruşu vardı. Yadırgamıştım ilkin, kendini beğenen, tepeden bakan tabiatı hoşuma gitmemişti, çok da sigara içiyordu.
"Hazır senin patron içerdeyken seni biraz misafir etmek istedik." Doğru, bunu yaptıran bendim, Jung Hoseok göz altındaydı. Eğer bu bilgi benim elime geçebildiyse Jimin'in eline de geçmiş olmalıydı mutlaka, o yüzdendi tepkisizliği. İyi düşünmüşüz değil mi?" Anlayış bekleyen bir ifadeyle vurgulamıştı bu cümlesini.
"Bugün aramızda değerli bir misafirimiz daha var ama." diye mırıldandı bana bakarak. Durakladı. Kafasında bir şeylerin hesabını yapar gibi top sakalını ovuşturdu. Hala göz gözeydik. Düşündü... Düşündü... "Pardon, seni kızdırdım sanırım. Sevgilin demeliydim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Veyl •• yoonmin
Fanfiction[ veyl - cehennem çukuru ] İkimizden biri ölecekti bu savaşta. Benim silahlarım vardı ama onun saçları, dudakları, gözleri ve elleri benim silahlarımdan güçlüydü. Üstelik sıkacak bir kurşunu bile yoktu. Tek bir beden ama gördüğüm en güçlü orduydu. K...