Mero - Bogota
••
Tel Aviv / İsrail
Gün boyu yağan yağmurdan ıslanmasın diye duvara dayanmış plastik sandalyelerden birini korkuluğa yanaştırıp oturmuş, bir sigara yakıp kollarımı korkuluğa, başımı da kollarıma yaslamıştım. Bir süre sonra o da balkona çıkmış, sandalyelerden birini, aramızda yeterince boşluk kalmasına özen göstererek yanıma çekip oturmuştu. Yanıma gelince doğrulup ne söyleyeceğimi düşünmeyen başladım.
Tıpkı benim gibi, duvara yaslanmış olan sandalyelerden birini alıp usulca açtıktan sonra aynı sakinlikle yanıma oturduğunda yüzüne bakmadan sordum;
"Beni neden getirdin?"
Düzenli ve geniş aralıklarla soluk alıp verirken yüzümü ona döndüm, kucağında duran ellerini birbirine kavuşturmuş ve daha sık soluk alıp vermeye başlamıştı. Onu karşılıksız bırakmayıp ben de tüm bedenimle tamamen ona dönüp ellerimi birleştirdim ve bakışlarım yavaşça yüzüne tırmandı. Bulunduğum tarafa göz ucuyla dahi bakmadan kalabalık caddeyi izliyordu. Gözlerini bir süre kapalı tutup tekrar açtı, o an cadde diye baktığı boşlukta neler gördüğünü bilmek için her şeyimi verirdim. Sımsıkı tuttuğu ellerinin titremeye başladığını hissedebiliyor ama bunun gerçekliğini daha fazla sorgulamamak için bakamıyordum. Sonra üşümüş gibi üzerindeki hırkanın iki yakasını çekiştirip kendine sarılmıştı sımsıkı.
"Çünkü ben nereye gidersem, sen de oraya gelmek zorundasın."
Yüzüne yansıyan dolunay ışığı ile odanın lambasının kısık bir şekilde balkona düşen ışığı Jimin'in yüzünün sol tarafında birleştiklerinde, tüm güzelliği ile gözlerimin önünde öylece duruyordu. Söyledikleri, ağzından çıkan her bir sözcük beni sinirlendirirken, yüzünün sol tarafını seyrettikçe o masum, tüm suçlarından arınmış melek gibi görüntüsü öfkemi yatıştırıyordu.
"Ben seninle hiçbir yere gitmek istemiyorum artık, bu sondu."
Gözlerini tekrar yumdu sıkıca ve hırsla dudaklarını dişledi. Sertçe yakalarına asılmış, parmak boğumları renk değiştirmiş olan ellerini serbest bıraktı ve eş zamanlı gözlerini araladı. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle yerinden kalkıp yaklaştı, yaklaştı. Hatrı sayılır bir mesafe bırakarak yüzüme eğildi.
"Aniden öperim, akıllı ol."
Sarı saçları gözlerinin önüne düşmüş, kirpiklerine temas ediyordu. Kalın dudaklarına baktım, çenemin ucunu dikleştirdim ve zaten bana eğilmiş olan yüzüne yüzümü yaklaştırdım. Gözlerinin en içine baktım, artık ona ne tür konuşmam gerektiğini bilir gibiydim sanki. Tıpkı Kuzey'li adam gibi sinsi bir gülümseme ile kıvrıldı dudaklarım.
"Hastasın lan sen."
İkimiz de sinirlenmiştik, birbirimize belli etmemek için kıçımızı yırtıyorduk ve komik olan, ikimiz de farkındaydık. Direnmeme rağmen gözlerini kaçıran ilk ben olmuştum.
"Gözlerime bak. Neden gözlerime bakamıyorsun?" dedi yeniden sesli bir biçimde gülerek.
Çok garipti o an, başımı kaldırmaya bile cesaretim yoktu. Onunla göz göze gelme ihtimali, bir keskin nişancı mermisiyle avlanıp çaresizce can vermek gibi hissettiriyor, düşüncesi dahi perişan etmeye yetiyordu beni. Kendimi toparlayıp Park Jimin'i kendi kullandığı silahıyla vurmak istedim ve bu yüzden tıpkı onun gibi alaycı bir ifadeyle ona ayak uydurarak gözlerine diktim en keskin bakışlarımı ve gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Veyl •• yoonmin
Fanfiction[ veyl - cehennem çukuru ] İkimizden biri ölecekti bu savaşta. Benim silahlarım vardı ama onun saçları, dudakları, gözleri ve elleri benim silahlarımdan güçlüydü. Üstelik sıkacak bir kurşunu bile yoktu. Tek bir beden ama gördüğüm en güçlü orduydu. K...