"Yere at silahını."
Önüne siper ettiği eşimin çiçek gibi kokan saçlarını avucuna alarak acımasızca çekiştirdi ve gümüş kaplamalı tabancayı şakağına dayadı. Gözlerinde acımasızlıktan başka bir şey göremiyordum. Korkuyordum, ne cesaretimden ne de acımasızlığımdan tek bir iz yoktu içimde. Ben de çok acımasızdım ama şimdi sadece korkuyordum. Korku tüm bedenimi ele geçirmişti ve ben ilk defa ne yapacağımı bilemiyordum.
"Bak sakın bir aptallık etme. Onun saçının tek bir teline zarar gelirse-"
Cılız çıkan ses tonum karanlık ormanda yankılandığında ağlamamak için sıktığım dişlerim birbirine çarpıyordu ve bu adam benim tek zaafımın eşim olduğunu biliyordu. İlk defa eşimin gözlerine sevgiyle değil de endişeyle bakıyordum. Bunca zaman kendini gözü kapalı yasladığı, yıkılmayacağından emin olduğu bir dağ gibi yasladığı bedenim dik durmuyordu ve eşimin tedirginliğini aramızdaki birkaç metre mesafeye rağmen hissedebiliyordum. Ağlıyordu, korkudan ağzını bile açamıyordu, sadece gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
"Yaşamasını istiyor musun?" diye böldü beni. "Eğer istiyorsan, indir o silahı."
"Elimden kurtulamazsın." dediğimde gür bir kahkaha attı.
"Bak, dışarı çıktığımda bırakacağım tamam mı? Rahat ol, bu kadın benim emniyet kemerim. Emniyet kemersiz yola çıkılmaz değil mi?"
İndirmek istemiyordum. Aslında o kadar istiyordum ki, her şeyi bitirebilirdi bu. Gitmesine müsade edemezdim, imkansızdı, bu son görevdi. Bu görevi tamamladığımda tamamen bitecekti her şey ve ben eşimle sıfırdan huzurlu bir hayata başlayacaktım. O çok sabretmişti, benim için çok sabretmişti ve tehlikenin hemen yanıbaşında yaşamaya çalışmıştı. Şimdi bitmezse, bir daha kim bilir ne zaman hayallerimizi gerçekleştirecektik.
"Hayır! Hayır! Hayır! Yapamam! Lanet olsun, senin gitmene izin veremem!" dedim inatla.
"Beni tanımıyorsun. Neler yapabileceğimi bilmiyorsun. Son kez söylüyorum. Silahını yere at ve geri çekil!" diye bağırdı kendinden emin ve bir o kadar da sinirli çıkan bir ses tonuyla.
Silahımı hedefimden bir an olsun çekmeden tek elimle yüzümü sıvazladım. Akmaya hazır duran gözyaşlarımı geri itip derin bir nefes aldım. Çıkış yolu yoktu. Beynim tüm fonksiyonlarını yitirmişti ve ben düşünemiyordum. Delirmenin eşiğindeydim.
"Yoongi" dedi eşim. Dolu gözlerle yalvarır gibi bakıyordu bana.
Saçlarımı çekiştirdim, boğazımda hissettiğim görünmez elleri gevşetmek istercesine tırnaklarımı ince derime sapladım. Rahatlayamıyordum. Ölmek, dünya üzerinden yok olmak benim için sorun değildi. Bu yola girdiğimde hemen yarın ölebileceğimi bile biliyordum. Benim için asıl ölüm, eşim olmadan alacağım, almaya çalışacağım, boğazımı kesen her bir nefes olacaktı.
"Senin keyfini bekleyemem ben. Son bir şans vermiştim oysaki."
Ve aniden kulaklarımı dolduran silah sesi.
İki el ateş etti. İlk mermi benim göğsümü, ikincisi ise eşimin alnını buldu.
Bulunduğum noktaya yığılıp kaldım. Eşimin alnından çenesine doğru ince bir yol çizerek süzülüyordu kıpkırmızı kan. Dişlerim kenetlendi. Haykırmak istiyordum, sesim çıkmıyordu. Canımın acısı umurumda değildi, var gücümle yanına sürünmeye çalıştım fakat başıma aldığım darbe ile ona ulaşmama engel oldu.
"Sana bir şey söyleyeyim mi?" dedi. Seni ilk gördüğümden beri hiç sevmedim. Özel soruşturma kuvvetleriymiş! Güney Kore'nin iti. Çok şanslısın be Yoongi. Bugün yaşayacaksın. Ülkeye olan hizmetinden değil ama. Benim cömertliğim sayesinde. Güney Kore Cumhuriyetine de ki; Kim Yun Seong ölen arkadaşlarının intikamını alacakmış. Hepsinin intikamını tek tek alacağım. Aynen bu şekilde ilet bu mesajımı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Veyl •• yoonmin
Fiksi Penggemar[ veyl - cehennem çukuru ] İkimizden biri ölecekti bu savaşta. Benim silahlarım vardı ama onun saçları, dudakları, gözleri ve elleri benim silahlarımdan güçlüydü. Üstelik sıkacak bir kurşunu bile yoktu. Tek bir beden ama gördüğüm en güçlü orduydu. K...