Son yudumuda içerek elimdeki kola kutusunu çöpe fırlattım, yaz ayı olabildiğince sıcak bir şekilde geliyordu ve bedenimin bu sıcağı kaldırabileceğinden pek emin değildim.
Sıcağı sevmezdim.
Üzerimdeki kot ceketi çıkarıp sol elime aldım, sağ elimle mesaj seslerinin yankıladığı telefonumu ceketin cebinde çıkarıyordum. Sonunda çıkarıp elime aldığımda mesajların annemden geldiğini fark ettim. Muhtemelen gitmem gereken bir davet falan vardı yoksa annemin benimle iletişime geçmesi biraz saçma olurdu.
Mesajları açtığımda yanılmadığımı fark ettim, haftasonuna bir davet vardı ve benimde onlarla birlikte bu davete katılmam gerekiyordu. Saçmalık.
Kendimi bildim bileli asla sevmediğim bu davetler katılmak zorundaydım, birde annemin beni tanıştırdığı o çoçuklara gülümseyerek konuşmak. Sanırım bu yüzden üniversitede ayrı eve çıkmıştım. Onların istediği bölümü okuyordum ama onlardan uzakta. Edebiyat bölümünüde seviyordum ama çok sevdiğim söylenemezdi.En azından kendi evimde rahattım, kafam rahattı.
Bölüm grubundan öğrencilerin attığı mesajlara kısa bir göz atttıktan sonra telefonu cebime atarak kütüphaneye girdim, gözümü etrafta dolaştırarak boş masalardan birini gözüme kestirdim ve ilerleyerek o masaya yerleştim.
İki gün önce kütüphaneden aldığım kitabı çıkarak yarım bırakmış olduğum son sayfasınıda okuduktan sonra, baştaki sayfalara tekrardan göz attım.
Önümdeki kitaba ve içindeki aşk dolu cümleye son kez baktım, kapatarak ittirdim. Gerçek aşk zırvalıklarında bahsetiyordu ve bana göre bunların bir anlamı yoktu. Anlamsız ve manasız geliyordu.Ben bir masalın baş kahramanı değildim olamazdım,kötü cadısı olurdum sadece.
Masalların prensesi olabilecek kişi karşı masada oturmuş, gülümseyerek benim anlamsız bulduğum ve kapattığım kitabı okuyan Rosé idi. İşte o gercek bir prensesti, Jungkook onun prensiydi. Ona olan kinim Jungkook'ku sevdiğimden falan değildi, jungkook benlik biri değildi. O çok saf aşıktı.
Aslında Rosé'yi belki biraz kıskanıyordum, çünkü güzeldi, zekiydi, okulun beyaz atlı prensi olarak anılan Jungkook ile sevgiliydi. Seviyordu, seviliyordu. Duyguları tatıyordu. Göğüs kafesinin altında atan bir kalbi vardı. Yaşaması için bir neden.
Benim bir kalbim var mıydı? Sanmıyorum, kırılıp paramparça olmuştu ve artık yoktu.
Peki yaşamam için bir neden var mıydı? Hayır.
Öyleyse ne diye yaşıyordum? Ölmeye cesaretim yoktu. Evet, en mantıkı cevap buydu.
Ölmeye cesaretim yoktu, kendimi öldürmeye cesaretim yoktu ama dünya gibi bir cehennemde yaşamaya vardı, ne büyük ironi.
Kütüphanenin kapısı sesli bir şekilde açıldığında siyahlar içindeki V bakışları üzerine çekerek içeri girdi, Jungkook beyaz atlı prens diye anılıyorsa , V kara şövalye diye anılırdı. O siyahların prensiydi ama asla bir prensesi olmazdı çünkü o gerçek bir prens olmamıştı.
Rosé'yi seviyordu ama karşılık alamamıştı, Rosé'ye kaba ve kötü davrandığını bu yüzden ondan korktuğu için reddedildiğini söyleyenler olmuştu. Ama bunu kimse bilmiyordu, meçhuldü. Bunu o ve Rosé bilirdi, bazen gercekten merak ediyordum. Aralarında ne geçmişti. Rosé neden Jungkook'u seçmişti. Ama öğrenmem imkansızdı sanırım.
V, Rosé ve Jungkook'a yandan bir bakış atarak benim masamın önündeki rafları karıştırmaya başladı bense onunla ilgilenmemek için elimdeki kitabı evirip çeviriyordum.
Bir kadının hayatı boyunca sadece bir adamı sevmesi saçmalıktı, adam onu tanımazken, olan her şeye rağmen hatırlamazken hala onu sevmeye devam ediyordu ve işte bu beni delirtiyordu. Değer görmüyordu ama bütün hayatını o adama adıyordu. Adam onu hiçbir seferde hatırlamıyordu, hiç.
"Kitabı okuyacak mısın?" Kafamı kaldırarak V'ye baktım, bir elimdeki kitaba birde bana bakıyordu. Bir rengin bir insana bu derece yakışması normal miydi? Sanmıyorum, V sınırları zorluyordu.
"Okudum bile" kitabı masaya koyarak ona doğru ittirdim. "Pek bu tür bir kitabı okuyacak insan değilsin?"diyerek mırıldandığımda ilgisini çekmiş gibiydim.
"Bu tür derken?"
"Aşk içerikli yani" diyerek gözlerimi devirip geri yaslandım " fazla aşk kokan" diyerek cümlemi tamamladım.
"Aksine böyle şeyleri severim" sandalyeyi çekerek tam karşıma oturdu, ittirdiğim kitabı kendine çekerek sayfaları karıştırdı.
"Saçmalık, yıllarca değer göremediği birini seviyor. Adam onun adını bile bilmiyor. Kimse buna katlanamaz" diyerek düşüncemi dillendirdim.
V kafasını eğik bir şekilde güldü, yüzünü kaldırdığında gözünü tam gözlerime sabitledi. "Aşk katlanır, aşk her şeye katlanır. Gerçek aşkın güçü" yüzünde alaycı bir gülümseme vardı ama sözlerinde ciddi gibiydi.
"Gerçek aşka inanmıyorum, benim için hala saçma"
Kitabı alarak yerinden kalktı "büyük konuşuyorsun Jisoo, umarım bu sözlerin altında ezilecek şekilde aşık olmasın" arkasını döndü ve çıkışa ilerledi.
Aşık olacağımı sanmıyordum, çünkü bir kalbim olduğunu düşünmüyordum. Benim kalbim sadece kan popalama işine yarıyordu, tek vasıfı buydu.
Siyahlar içindeki V kütüphaneyi terk ederken arkasından sadece boş boş bakmak ile meşguldüm. O aşka inanıyordu, o aşkı tatmıştı acı bir şekilde olsa bile tatmıştı, şimdi bana da birinin aşkı arttırabileceğini söylüyordu, acı bir şekilde.
Gerçekten aşık olabilir miydim? Gerçekten sevilmememe rağmen sevebilir miydim?
Ben yıllarca beni sevmeyen ailemi sevmiştim, pek farkı olacağını sanmıyordum. Çok acıtacağını sanmıyordum.
Yanılıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black Knight|vsoo✓
FanfictionÇünkü benim hikayemin bir prense değil cesur bir şövalyeye ihtiyacı vardı. Kim Jisoo & Kim Taehyung Senin için @readeena ♥️ [22.05.2019-18.10.2019] ©️2019 | miazabel