Bazı insanlar için İstanbul'un neden vazgeçilmez olduğunu bugün bir kez daha iyi anlıyorum. Boğaziçi köprüsü birbirinden güzel iki eşsiz kıyıyı birbirine bağlarken sanki iki ayrı şehirmiş gibi hissettiriyor. Bir tarafta durgun mütevazı yeşiliyle Asya diğer tarafta daha telaşlı, hayatı günü gününe yaşayan Avrupa kıyısı...Abat abinin kullandığı araba köprüyü yarıladığında pencereyi sonuna kadar indirip manzarayı seyre dalıyorum. Denizin üzerinde gezinen vapurları izlerken korna sesleri ve birbirinden telaşlı insanlar çekiyor dikkatimi. Amine sultanın da dediği gibi biz insanlar gerçekten de çok kıymet bilmeyiz. Amasya'ya dönmeden önce güzel bir deniz havası almayı aklıma not alırken hemen yanımda oturan amcama dönüyorum. O da tıpkı benim gibi eşsiz olan manzarayı seyre dalmış.
'Amca hemen yarın mı dönüyoruz Amasya'ya?' Diye sorduğumda sıçrıyor birden.
'Evet' Sesine yansıyan yorgunlukla cevap veriyor. 'İşlerimi halledebilirsem döneriz.'
"Hım peki kısa bir vapur turuna zamanımız olabilir mi?"
"Zamanımız kalırsa olur."
Amcam alışık olmadığı yolculuk yüzünden ağrıyan bacaklarını ovarken dayanamayıp soruyorum. 'Çok mu ağrın var amca? Keşke uçakla gelseydik.'
"Merak etme, iyim ben. Hem uçakla gelsek bu güzel manzarayı göremezdik."
Amcam her ne kadar konuyu hafife alsa da ben neden uçakla gelmediğimizi tahmin edebiliyorum. Özellikle de şoför koltuğunda bulunan Abat abi bizimle gelmişken tahmin etmek hiçte zor olmuyor. İstanbul'a benim gelme sebebim Yeldar, yüzünden olduğunu bilsem de bu kadara gerek var mı hiç bilmiyorum. Ne amcama ne de Genar'a soramıyorum merak ettiklerimi çünkü sorularımın her zaman cevapsız kalacağını biliyorum.
İstanbul'un karışık trafiğinden sonun da kurtulduğumuzda gösterişli bahçelere sahip birbirinin benzeri evlerin bulunduğu sokağa giriyoruz. Önünden geçtiğimiz her evin bahçesinden dışarıya taşan bir ağaç varken, özellikle çiçekleri rengarenk bir görüntü oluşturuyor. En sonunda yüksek demir bir kapısı bulunan bahçenin önünde durduğumuzda geldiğimizi anlıyorum. Kapı yana kayarak açılırken dışarı takım elbiseli bir adam çıkıyor. Arabanın yanına kadar gelip içeri baktıktan sonra geçmemize izin verdiğinde amcamın güvenlik için yaptıklarının aslında deve de kulak olduğunu o zaman fark ediyorum.
Araba bahçeden içeri girip durduğunda kapılar güvenlik olduğunu tahmin ettiğim adamlar tarafından açılıyor hemen. Etrafta gezinip duran takım elbiselileri gördüğümde çıkmak gelmiyor biraz içimden.
"Hadi kızım."
Amcamın uyarısıyla arabadan indiğimde karşıma çıkan büyük eve başımı kaldırıp bakıyorum. Dışarıdan bakıldığında üç katlı gibi görünen ev benim için bir nevi kaleyi andırsa da geniş bahçesine hayran olmamak elde değil. Ben dalmış bahçeyi, etrafı izlerken amcam yaşlarında bir adam ve kadın geliyor yanımıza.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alma Ahımı
General FictionEvet bayım kuşları severim Ve siz benim gökyüzümsünüz... Cemal Süreya