Her zaman hayatın bize belirli yollar çizdiğini düşünürdüm. Biz o yolları belki göremezdik fakat onlar vardı ve bizim yaptığımız seçimlere göre hangi yoldan ilerlediğimiz belirleniyordu. Basit gibi görünüyordu. Ama değildi. Çünkü çok fazla yol vardı, hata yapma payımız da vardı. Fakat bazen hayat üstünüze derin bir baskı uyguluyormuş gibi bir yola odaklanıyordunuz sadece. Buna ne deniyordu bilmiyorum. Bildiğim tek şey hayatın yaptığı bu etki tamamen her şeyi değiştirebiliyor, aynı zamanda mahvedebiliyordu da. Sonuçta her zaman yolu kendiniz seçmiyordunuz. Seçmeniz planlanan yola sapabiliyordunuz. Bana da aynı şey mi oluyor bilmiyordum ama nedensizce ona karşı olan bu sebepsiz ilgimi buna bağlıyordum.Belki de hayat onun yolunu değiştirmesine yardım etmemi istiyordu. Bilmiyordum.
Oysa hiç yüzüme bile bakmamıştı. Koskoca yılda bir kere olsun hem de. Sesini bile yok denecek kadar az duymuştum. Hiçbir iletişimimiz veya etkileşimimiz olmamıştı. Aynı sırada oturabilirdik fakat iki yabancıydık birbirimize. Birçok kez denemiştim onunla arkadaş olmayı dönemin başlarında. Tabii ki sonuç olumsuzdu. Maalesef.
Elimdeki kalemliğin fermuarıyla oynamaktan sıkıldığımda, gergin bir halde gözlerimi tekrardan kapıya dikmiştim. 3 gündür okula gelmiyordu. Ve bu canımı sıkmaya başlamıştı. Tabi ki beynimi yememe neden olmuştu aynı zamanda. Sürekli 'Acaba kağıda yazdığım yüzünden mi gelmiyor? Bana mı sinirlendi? Yoksa bir şey mi oldu?' diyerek kafayı yiyordum. Fakat sonra iç sesimin 'Ne saçmalıyorsun? İlla bir nedeni mi olması gerek? Hasta falan olmuştur, işi falan çıkmıştır. Senin aptalca notun için mi okula gelmeyecek? Ayrıca notu okuduğundan bile emin değilsin.' diyerek tüm bu düşüncelere rest çekmesiyle zihnimdeki karmaşaya son veriyordu. Haklıydı da.
Cidden yazdığımı okumuş muydu? Ertesi sabah not masanın üstünde yoktu. Ama notun orada kalmasına da imkan yoktu. Okumamışsa, kağıt orada kalmışsa temizlik görevlileri onu çöpe atardı zaten. Eğer temizlik görevlilerine sorarsam orada not bulup bulmadıklarını okuyup okumadığı hakkında biraz ipucu alabilirdim? Sonuçta 'yok' derler ise büyük ihtimalle o almıştı değil mi?
Fakat bunları düşünmek için sence de biraz geç değil mi Jimin? 3 gün oldu. Nereden hatırlasınlar acaba?
Kahretsin. İç sesim yine haklıydı.
Kapıya dalıp gitmiş gözlerimin sulandığını hissettiğimde, en sonunda odağımı oradan kestim. Geleceği yok gibiydi. Sıkıntıyla masadaki birleştirdiğim kollarımın üstüne, yüzüm kapalı bir şekilde kafamı koydum. Gözlerimi kapattım. Lakin tam o sırada yanımda hissettiğim bedenle donakaldım öylece.
Gelmişti. Sonunda.
Kafamı hızla kaldırdım ve yüzüne baktım merakla. Gördüğüm manzarayla yutkunmama engel olamadım.
O, çok değişmişti. Daha beter bir haldeydi. Gözlerinin altı acayip bir şekilde şişti ve uykusuzluktan dolayı olacaktı ki morluklar vardı. Saçları hep özensiz, dağınık olurdu ama şimdi daha bir yıpranmış, ölü duruyorlardı. Dudakları kuru, renksizdi. Esmer teni bembeyazdı. Kansızlık sorunu var gibi görünüyordu. Yüzünde her zamanki serseri ifadesinden çok artık her an bayılıp düşecekmiş gibi halsiz bir ifade vardı. Ayrıca sol kaşının üstünde bir yara vardı. Acaba neden olmuştu?
Gördüğüm kadarıyla kesinlikle okula değil, hastaneye gitmesi gerekiyordu. Bir insan birkaç günde ne kadar çökebilir? diye sorsalar kesinlikle parmakla onu gösterirdim. Onu böyle görmek bile istemsizce yüzünüzün sanki siz o haldeymiş gibi ekşimesine neden oluyordu.
Her zaman olduğu gibi aynı şeyi yapacağını biliyordum fakat bu, dilimin ucunda asılı bekleyen cümlemin çıkmasına engel değildi. Tekrardan dayanamadım. Aklımdan geçeni söyledim direk.
"Keşke okul yerine hastaneye gitseydin."
Bir umut tepki verir diye yan gözle ona bakmıştım. Sadece dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrılmıştı. Ben görmedim sanıyordu ama görmüştüm. Kim Taehyung, ilk kez bana bir tepki vermişti. Ve bu hafife alınabilecek bir şey değildi. Çünkü söz konusu oysa işler değişirdi.
Söz konusu, 1 yıldır ağzını bıçak bile açmayan mimiksiz o çocuksa, cidden değişirdi.
En sonunda ilk dersin son saniyelerini de bitirmemizle birlikte kısa süreliğine de olsa derin bir nefes vermiş, rahatlamıştım. Derste öğretmen sözlü notu için yaptığı sınavı okumuştu. Çok şükür ki geçer bir not almıştım. Fakat o, sınava bile girmemişti ve sınıfta kalmayı garantiliyordu resmen. Öğretmenlerin de birçok kez onu öğretmenler odasına yanına çağırmasına rağmen hiçbir farklılık göstermiyordu. Böyle olunca rehberlik servisine yönlendirseler de durum değişmedi. Duyduğuma göre anne, babasına ulaşmayı denemiş bazı öğretmenler. Sanırım kimsesiz olduğunu, yurtta kaldığını öğrendiklerinde ona karşı daha anlayışlı ve sabırlı olmaya başlamışlardı. Ve rehberlik görevlisi onlara onu rahat bırakmalarını, bu tür çocuklarda içe kapanıklığın hep olduğunu söylemişti ki öyle de yapmışlardı. Kendi haline bırakmışlardı.
Anlamadığım bir şey vardı. Bu durumdayken en çalışkanımızın o olması gerekmez miydi? Bu yaşadıkları ve hayat şartları üzerine daha çok çabalaması hayata tutunması gerekiyordu. Yurtta 18 yaşından sonra kalınmıyordu sonuçta. Kendini sağlama alması, kalacak yeri için endişelenmesi gerekirken bu rahatlık nereden geliyordu? Ne gibi bir şey yaşamıştı ki böylesine her şeyden vazgeçip ifadesiz bir hale gelebilmişti? Diğerlerinin bu, umrunda bile olmasa da ben merak ediyordum işte.
Teneffüse girmemizle birlikte o, hızla ayağa kalkıp sınıftan çıkmış; derin bir nefes almış, her zamanki gibi yanıma Lisa'yı alıp ben de oradan ayrılmıştım. Fakat sonra Lisa bir işi olduğunu söyleyip yanımdan ayrılmıştı. Büyük ihtimalle geçen sefer bana anlattığı ve hoşlanmaya başladığı çocuğun yanına gitmişti. Lisa biraz erkeksi bir kız olduğu için pek arkadaşı yoktu ve genelde birlikte takılır, ders konusunda da birbirimize yardımcı olurduk.
Onun gitmesiyle de birlikte bulunduğum ortamda yalnız kalırken kendimi kötü hissedip tuvalete girdim. Biraz elimi, yüzümü yıkamak iyi olurdu gerçekten. Musluğu açtım, elimi ıslattım suyla. Daha sonra ıslak ellerimi boynuma götürüp orayı da ıslattım ve rahatladım. Bunu yapınca her zaman daha iyi hissederdim.
"Neden onunla konuşmaya çalışıyorsun ki?"
Yanı başımda duyduğum sesle bir anda irkildim ve bakışlarımı ona çevirdim.
"Ne? Bana mı söyledin?"
O anki şaşkınlıkla biraz saçmalamıştım sanırım.
"Burda benden başka birini görebiliyor musun gerçekten?"
Yavaşça aptal gibi etrafa bakındım.
Min Yoongi. Bu çocuğun sizi endişelendirebilecek bir aurası vardı. Kesinlikle.
"Ah, tabi ya."
Kekelemiştim. Bu çocuğun bakışları beni ürkütüyordu. Cevabımı duymamazlıktan geldi ve devam etti.
"Cidden, o çocuk yüzüne bile bakmıyor, onun için neden uğraşıyorsun ki?"
Bahsettiği kişiyi anında anlamıştım. Cevap vermemeyi seçtim. Çünkü tam olarak ben de bilmiyordum. Daha sonra aklıma gelen soruyla hareketlendim.
"Neden sordun ki?"
Bir süre durdu. Sanırım söyleyip söylememe konusunda karar veriyordu. En sonunda derin bir iç çekti ve yanıt verdi.
"Sadece onunla konuşmaya çalışıyorsun ve o cevap vermiyor. Bu aptalca görünüyor Jimin. Seni umursamayan biri için çabalaman yersiz. Bunu sınıftakiler de farketti ve komik buluyorlar. Söylemek istedim."
Haklıydı. Hem de fazlasıyla. Cümlesini bitirdikten sonra cevap vermemi beklemeden tuvaletten çıktı. Ve ben yine orada öylece kalakaldım. Kendime kızdım. Cidden neden uğraşıyordum ki? Sinirle arkamı dönüp tam gidecekken kolumdan birinin tutmasıyla duraksadım. Kafamı onun yüzüne çevirdim ve kaskatı kesildim.
O Taehyung'tu. Yüzüme bakıyordu. Gözlerime değil ama ciddi ciddi bana bakıyordu. Hem de ilk kez. Bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi ilk kez net bir şekilde duyduğum kalın ve boğuk sesiyle bana sorabileceği en saçma soruyu sormuştu.
"Adın ne?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fly with me | Vmin
RomanceTaehyung, uyuşturucu bağımlısıydı. Park Jimin de, Kim Taehyung'a bağımlı. 'Bazıları sadece gökyüzünü izlemeyi seçer. Fakat ben uçmayı deniyorum.' ^ "Sadece uykunda hayal kurmak nedir bilir misin? Acınası olduğumu düşünüyorum." <<Bu hikayedeki...