"Ne?"
İlk 5 dakika yüzüne öylece bakmıştım. O da bana bakmıştı. Hiçbir şey söylememiştik.
"Ev."
Ardından kalkıp gitti. Bu kadardı. Ev. Beni mi istemişti? Şaka yapıyor olmalıydı. Kitabı yerine bırakıp hızla çıktım kütüphaneden. Cordelia'nın odasına giderken önüme Lydia çıktı. Geçmek için yana kaydım. Tekrar önümde durdu. Bir kere daha denedim. Belki akıllanır diye. Ama salak huyundan vazgeçmez, değil mi?
"Ne istiyorsun?"
Ona boş boş bakarken sordum. Bana gülümsedi. Sevgiden uzak, tuhaf bir gülümsemeydi. Elini kaldırıp yüzüme yaklaştı. Kaşlarımı çattım. Eli saçıma gitti. Kahkülümü yana ayırdı ve elini yavaşça geri çekti.
"Kurtuluyorsun."
Sakince söylediği ile kaşlarım eski haline geldi.
"Ne?"
"Buradan çıkıyorsun. Haketmediğin halde."
Bir anda gelen soğukluğu hissettim. Tüylerim diken diken oldu. Gerilince üşürdüm. Titrerdim. Lydia'nın davranışları beni gerdi. Yine de bir şey demedim. Sadece baktım.
"Buradan kurtulmak için çok uğraştın. Sonunda oldu."
"Neden bahsediyorsun?"
Saçıma asıldığı anda gözlerim açıldı. Aptaldı. Kolunu tutup ittim. Saçımın çok az bir kısmı elinde kalırken bana gülümseyip ellerini çırptı. Hiçbir şey söylemeden gitmek için yana kaydı. Yanımdan geçerken elimi alnına koyarak onu durdurdum. Kulağına eğilip fısıldadım.
"Buradan çıkamayacaksın. Burada çürüyeceksin. Ve seni attıklarında kalacak hiçbir yerin olmayacak. Sonra sokaklarda kalacaksın. Kim bilir belki de uyuşturucaya başlayacaksın. Ve seni öyle bulacaklar. Gözlerin açık, kolunda bir iğneyle. Morarmış, soğumuş vücudunla. Ölü olarak." Ardından yüzümü ona çevirdim. "Ama bu bir tahmin. Olası bir tahmin. Kalan 2 yılında sana eğlenceler." Son olarak bir gülümseme sundum ona ve uzaklaştım.
Öyle olmayadabilirdi. Onu böyle görmek hoşma gitmişti sadece. O an yönümü değiştirip odama gittim. Çantamı açıp içine kullandığım önemli eşyaları koydum. Fazla yoktu zaten. Ardından kimseye bir şey söylemeden çıktım. Nerede olduğunu bulmaya çalışıyordum. Arabasının önünde telefonu ile konuşuyordu. Ne yapmam gerekiyordu? Öylece gidip oturmam mı? Yoksa onunla konuşacak mıydım? Neden beni istemişti? Ona doğru ilerlerken bunları düşünüyordum. Ne yapmalıydım? Ne yapmalıydım? Yanına gittim. Ne yapmam gerektiğini bilmediğim, bulamadığım, için öylece durdum.
"Sonra konuşalım."
Telefonun diğer tarafından bir çığlık yükseldi. Kaşlarım istemsizce çatıldı. Bunu farkedince hemen düzelttim. Telefonu kapatıp cebine koydu ve bana döndü.
"Gidiyoruz, ha?"
Kafamı sallamakla yetindim. Bana gülümsedi. Tekrardan. Gülümsemem gerekiyordu, biliyordum. Bu nazik bir davranış olurdu. Ama o anda kendimi bunu yapmaya itemedim. O bana gülümserken ona bakınmakla yetindim. Yine de bir şey demedi ve gülümsemeye devam etti. Ardından koluma yavaşça vurarak kapımı açtı. Benden uzundu. Çok uzundu sanırım. Tereddüt ederek oturdum. Kapımı kapatıp arabanın diğer tarafından dolaştı ve yanıma oturdu. Her şeyi anlatma isteği ile dolmuştum. Yaptığı her hareketi özenle izliyordum. Her şey aklıma kazınıyordu. Sadece onunla ilgili değildi. Bunu hep yapardım. Bu bir nevi alışkanlıktı.
"Aç mısın?"
Bir anda sorduğu soruya ilk başta cevap vermedim. Aç mıydım? Aç mıyım? Niye bunu düşünüyorum ki? Değilim. Kafamı hayır anlamında salladım. O ise anladığını belirten bir şekilde kafasını salladı. Direksiyondaki elleri oynamaya başladı. Sessizliği bozdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlantis| gyllenhaal
Short StoryI can't save us my Atlantis, we fall ♤ Yaş farkı içerir. Rahatsız olacaklar lütfen okumasın, lütfen.