Gözlerimi açtığımda onun yanındaydım. Güneş yeni doğuyordu. Eli hâlâ belimdeydi ama bu sefer birbirimize dönmüştük. Onu inceledim. Yüzü güzeldi. Kusurları vardı ama kusurları bile yüzüyle birleşince kayboluyordu. Muhtemelen onu böyle incelememeliydim ama kendimi izlemekten alıkoyamıyordum.
Elimi kaldırdım. Sadece yanağına dokunmak, okşamak istedim. Ama bunu yapmamalıydım. Elimi çekip yataktan kalktım. Derin bir nefes alıp son kez ona baktım ve kapıya ilerledim. Arkamda oluşan seslerle donakaldım.
Lütfen uyanmamış ol! Lütfen uyanmamış ol!
"Atlantis? Burada ne arıyorsun?"
Arkamı döndüm ve karşılaştığım manzara ile yutkundum. Yatakta hâlâ yatıyordu ama dirseğinin üzerinde duruyordu. Saçları dağılmıştı. Dudakları şişmişti. Gözleri uykuluydu. Ve o çok... Güzeldi.
"Uhm, şey..." Ben ne diyeceğimi bilemezken düşüncelerimi böldü.
"Başım çok ağrıyor. Ağrı kesici bulabilir misin?"
"Tabii, tabii!" Heyecandan ve gerilmemden dolayı elim ayağım birbirine dolaşmıştı. "İkinci çekmecede." Eliyle komodini gösterip elini tekrar alnına götürdü. Çekmeceyi karıştırdım, ağrı kesiciyi bulduğumda gülümsedim. Masadaki sürahiden bardağa su doldurdum ve ona uzattım. Suyu ve ağrı kesiciyi içip yatağa geri uzandı. Sonra bir şey hatırlamış gibi geri kalktı.
"Niye buradayım demiştin?"
"Şey, dün biraz kötüydünüz. Ben de sizi merak ettim. Hâlâ nefes alıyor musunuz diye bakmak istemiştim." Kafasını salladı ve geri yattı.
Sanırım gitmem gerekiyordu. Arkamı döndüm ve kapıya ilerledim. Sesini çıkarmadı. Bir şey sormasını istiyordum. Beni durdurmasını, gitmememi sağlamasını istiyordum. Yapmadı. Sadece aklımda kurduğum yalanlardan birkaçıydı işte. Asla gerçekleşmeyecek olanlardandı.
Odama girip yatağıma uzandım. Hâla uykum vardı ve hava soğuktu. Yorganıma iyice sarıldım ve sıcak ortamda düşüncelerimle yalnız kaldım.
-
Tekrar gözlerimi açtığımda belimin ağrıdığını farkettim. Hem de çok ağrıyordu. Belimi tutarak yataktan kalktığımda gelen acıyla geri oturdum. Karnım da ağrıyordu. Bunların olması midemi bulandırdı. Büyük ihtimalle hasta olacaktım.
Uzun bir hırkayı alıp üzerime geçirdim ve ayaklarıma da uzun bir çorap giydim. Hala pijamamlayken odadan çıktım. Mutfağa girdiğimde beklediğim gibi Patricia oradaydı. Ona yorgun bir gülümseme sunup tezgahın üzerine oturdum.
"Aman Tanrım, Atlantis! Çok solgun görünüyorsun. Neyin var?" Elini alnıma koyup ateşime baktı. Gözleri anında açıldı. "Alev alev yanıyorsun sen!"
"Pek bir şeyim yok aslında."
"Çabuk kalk oradan daha da kötü olacaksın!" Elimle tezgahı gösterdim.
"Tezgahta oturduğum için mi?" Patricia bıkmış bir ifadeyle bana döndüğünde gülerek kalktım ama bir anda gözlerim karardı. Dengemi sağlayamadım. Elimi alnıma koyup bir süre bekledim. Nefes almadığımı farkedince derin bir nefes aldım. Patricia koşarak yanıma geldi ve koluma girdi. Bu hareketiyle yüzümü buruşturdum. Bundan hoşlanmazdım.
"Çabuk içeri geç, çabuk." Beni salona yollayıp mutfakta bir dolaba ilerledi. Sanırım ilaç alıyordu, bilmiyorum. Koltuğa kendimi bıraktığımda ne kadar halsiz ve yorgun olduğumu farkettim. Oturana kadar bu derece fazla olduğunu farketmemiştim. Derin nefesler almaya devam ettim ama aldığım her nefes sanki boğazıma takılıyordu ve bana ulaşmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlantis| gyllenhaal
Short StoryI can't save us my Atlantis, we fall ♤ Yaş farkı içerir. Rahatsız olacaklar lütfen okumasın, lütfen.