Geri dönmemin şerefine vote istiyorum :*
İyi geceler, Atlantis.
İyi geceler, Atlantis.
İyi geceler, Atlantis.
Tanrı aşkına, bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Bir gün başka diğer gün başka şey söylüyordu. Acaba ben mi çok salaktım da her şeyden bir şey çıkarıyordum?
Neyse ki bunu düşünemeyecek kadar yorgundum. Ben uyuyacağım o sabaha kadar ne yapıyorsa yapsın.
-
"Atlantis, bırak onu yerine!"
"Ama hayır. Yapmak istiyorum."
"Olmaz, çok sakarsın!"
Patricia ile yarım saattir kavga ediyorduk. Kavga değilde ufak bir tartışma. Ben ona yardım etmek için mikserle her ne yapılıyorsa onu yapmak istiyordum ancak o çok sakar olduğumu söyleyip izin vermiyordu.
"Bak Atlantis, son kez söylüyorum. Bırak şu aleti yoksa seni Bay Gyllenhaal'e şikayet ederim." Dudaklarımı büzerek gözlerimi kıstım. Mikseri elimden bırakıp ofladım.
"Aman, iyi be!" Sitem ederek oturma odasına geçtim. Bay Gylleenhaal yine evde değildi. Nasıl bir işte çalıştığını bilmiyordum. Patricia'ya sorduğumda bir şirkette çalıştığını söylemişti. Nedense çok merak ediyordum.
Acaba oraya gidebilir miydim?
Ayağa kalkıp koşarak mutfağa gittim. Ayağımdaki terlik kaygan zeminde kayıp beni az daha düşürüyordu ki zor durmuştum.
"Patricia! Patricia!"
"Atlantis! Atlantis!" Şirin olduğunu düşündüğüm bir gülümseme gönderdim ona. "Şey, ben..." Kaşlarını kaldırınca derin bir nefes aldım. "Bay Gyllenhaal'e sürpriz yapmak için onun iş yerine gitmek istiyorum."
Kaşları çatıldı. Ondan hemen sonra da benim kaşlarım çatıldı. "Yani, görmek istiyorum. Hiç dışarı çıkmıyorum ve bu iyi gelebilir bence." Omuz silktiğimde derin bir nefes aldı.
"Uhm... Pekala." Yüzümde oluşan gülümsemeye karşılık tekrar konuştu. "Joe seni götürebilir." Kaşlarımı çatınca tekrar konuştu. "Şoförün, Joe." Onaylayan mırıltılar çıkardıktan sonra hazırlanmak için odama koştum.
Hava sıcak olduğu için iki parça olan kıyafeti giydim. Saçlarımı açık bıraktım. Ayaklarıma beyaz spor ayakkabılarımı geçirdikten sonra telefonumu alarak aşağıya indim.
"Joe dışarda. Kendine dikkat et!"
"Teşekkürler!" Koşarak dışarı çıktım.
Aman Tanrım!
Karşımda bir Audi duruyordu. Hem de normal bir Audi değil. Karşımda bir Audi A7 duruyordu. Bakın, şerefsizim elim ayağım titredi. Tüm kan çekildi vücudumdan. Yavaş adımlarla Audi'ye yürüdüm. Aman Tanrım! Bu harikaydı. Yanına vardığımda ona dokundum. Aman Tanrım, ona dokundum. Derin bir nefes alarak arabaya bindim. Aman Tanrım!
Evet, evet ben bir deliyim.
Joe bana gülümsedi ve konuştu. "Merhaba, Atlantis. Ben Joseph ama bana Joe diyebilirsin. Herkes öyle der." Tekrar gülümsedi. Ben de gülümsedim. Joe'yu sevmiştim.
Burada kaldığım süre boyunca daha iyi biri olduğumu düşünüyordum. Hiç eskisi gibi değildim, hem de hiç. Önceden sadece kendimi düşünürdüm. Bir olay olsa kurtulmanın yollarını arardım. Arkadaş edinmezdim ve olmak isteyenlere kötü davranırdım. Karamsar, kötü, soğuk ve kalpsizdim. Herkesin bana kalpsiz demesinin nedenleri vardı.
Ben kalpsiz değildim. Herkes gibi benim de bir kalbim vardı. Atıyordu, hissedebiliyordu. Sadece onlarla uyuşmuyordu ve bu yüzden yok sayıldı. Bu yüzden yok sayıldım. İstenilen özelliklere sahip değildim belki de. Belki de yetersizdim. Onlar beni üzebildiklerini düşünmeden davrandılar ve en sonunda üzebilecekleri bir şey kalmadı.
Belki de ben iyileşmemiştim. Etrafımdakiler değişmişti. Önceden sadece kötülüğümü düşünenlerin olduğu bir yerdeydim. Doğal olarak ben de böyle düşünüyordum. Ama bu evde, bu arabada, Bay Gyllenhaal'un yanında ben, bendim. Ve bu çok hoşuma gidiyordu. Bununla yaşayabilirdim. Kimseden çekinmeden, utanmadan, mutlu bir yaşam sürebilirdim. Özlemini çektiğim o yere ulaşmış gibiydim.
"Atlantis, geldik. Eğer bana ihtiyacın olursa şurda hemen ilerde olacağım. Plakayı ezberle ki beni bulabilesin."
"Teşekkür ederim!" Gülümsedim ve zıplayarak arabadan indim. Joe'ya el salladıktan sonra önüme döndüm.
Vay canına! Burası çok büyüktü. Cidden kocamandı. Kaybolur muydum? Derin bir nefes alarak bir adım attım. Bir yerden başlamak gerekiyordu. İçerisi harika görünüyordu. Ama çok parlaktı. Parlak yerleri sevmezdim ancak burası fena değildi. Hem Bay Gyllenhaal'u görmem gerekiyordu. Bu yüzden buna katlanabilirdim sanırım.
Burası ile ilgili hiçbir bilgim olmadığı için resepsiyona gitmeye karar verdim. Gerçi ordaki kadına da ne söyleyeceğimi bilmiyordum pek. Derin bir nefes aldım ve kadının önünde durdum.
"İyi günler, ben Adda. Bir görüşmeniz, randevunuz mu vardı?" Gülümsemesine karşılık gülümsedim.
"Uhm... Bay Gyllenhaal'u görmeye geldim."
"Pekala, randevunuz var mıydı?" Tekrar gülümsedim. "Randevuya ihtiyacım olduğunu düşünmüyorum." Kadın anlamamıştı ama bozuntuya vermedi.
"Peki, küçük hanım. İsminizi ve soyadınızı alabilir miyim?"
Soyadım.
"Atlantis Gyllenhaal." Bu söylediğime ben bile şaşırırken kadının yüzündeki gülümseme söndü. Kaşlarını çattı.
"Efendim?"
"Atlantis. Gyllenhaal?" Neler olduğunu anlamamıştım.
"Gyllenhaal derken?"
"Evet. Gyllenhaal." Kafamı salladığımda gözleri büyüdü. Hatta sinirlenmiş gibiydi.
"Bay Gyllenhaal'un kız kardeşi, yeğeni mi oluyorsunuz?" Kafamı olumsuz anlamda sallayıp güldüm.
"Hayır. Ben Bay Gyllenhaal'un kızıyım."
Ve kadın baygınlık geçirdi. Bayıldı. Bildiğiniz gözümün önünde mis gibi kadın yere yığıldı. Kadının yanına bir sürü insan doluşurken adımı duydum.
"Atlantis!''
Bu Bay Gyllenhaal'un sesiydi ve hiç güzel bir tonda çıkmamıştı.
evet evet döndüm... dayanamadım çünkü özledim sizi.
bölümün tadını çıkarın çünkü sonraki bölümler biraz çalkantılıı ;))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlantis| gyllenhaal
Short StoryI can't save us my Atlantis, we fall ♤ Yaş farkı içerir. Rahatsız olacaklar lütfen okumasın, lütfen.