Sonrasında ne mi olmuştu?
Hiçbir şey. Hiçbir şey olmamıştı.
Biraz daha orada öylece dikilmiştik. Ardından da sessiz bir araba yolculuğu ile eve gelmiştik. Beni eve bırakıp kendisi gitmişti.
Bu kadardı.
Ona kızmıyordum. Kendime kızıyordum. Bu kadar salak ve aptal olduğum için kendime kızıyordum. Hemen inanabildiğim için kendime kızıyordum. Her şeyden bir anlam çıkarıyordum.
Yataktan kalkıp üzerimdekileri çıkardım. Arctic Monkeys sweatshirtümü ve altına da bir eşofman giydim. Ayakkabılarımı da ayağıma geçirdim. Telefon almak istemiyordum. Bu kadar süre onsuz yapmıştım, yine yapardım.
Yavaş adımlarla aşağıya indim. Patricia'ya görünmek istemiyordum. Sadece biraz dolaşmak ve temiz hava almak istiyordum. Kapıyı ses çıkarmamaya özen göstererek yavaşça kapattım. Henüz iki adım atmıştım ki arkamdaki kapı açıldı. Derin bir nefes alarak topuklarımın üzerinde döndüm.
"Nereye kaçıyorsun bakalım?" Patricia'nın keyifli sesi beni gülümsetti. "Öylesine, hava almak istedim."
"Sabahın 10'unda?" Omuz silktim.
"En güzel saatler işte." Kaşları havalandı. Beni biraz süzdükten sonra kafasıyla onayladı. "Pekala ama geç kalmak yok küçük hanım. Saati fazla kaçırma."
"Telefonumu almadım, bilemem." Tebessüm ettiğimde kafasını salladı. "Uzaklaşma ki evin yolunu hatırlayabilesin." Kafamı salladığımda içeri girdi. Ben de usulca arkamı döndüm. Hava güneşliydi ama sabah olduğu için esiyordu da. Sweat'imi giydiğim için şükrettim. Gerçi yine üşüyordum ama sıkıntı değildi. Ellerimi cebime atıp ilerledim. Bu evin bulunduğu yer çok güzeldi. Ağaçlarla kaplanmış bir yolun sonuydu. Fazla uzaklaşmadan bir ağacın dibine oturdum.
Sessizdi. Gerçi kuş sesleri vardı ama bu pek sorun değildi. Derin bir nefes aldım. Sabah saatleri hava bana daha temiz geliyordu. Çünkü bilirsiniz çoğu kişi evde veya işinde olur ve bu yüzden dışarı çıkmazlar. Bu da sabah saatlerini daha temiz yapar. Yani bence.
Arkamdan bir dal sesi duyunca hemen ayağa kalkıp arkamı döndüm. Bir kız geliyordu. Kaşlarım çatıldı. Neden geliyordu? Ne güzel sessizce oturuyordum. Bana gülümseyip elini kaldırdı ve salladı. Yüzümde değişen pek bir şey olmadı. Kızın yüzü düştü ama yine de bir şey demedi.
''Selam. Ben Paige.'' Bana bir adım atınca tek ayağımı geriye attım.
''Atlantis.''
''Memnun oldum.'' Sonra ben yokmuşum gibi az önce oturduğum ağacın yanına oturdu. ''Oturmayacak mısın?'' Tedirgince yaklaştım ve aramızdaki mesafeyi koruyarak oturdum.
''Seni daha önce hiç görmedim.'' Kafamı sallamakla yetindim. ''Yeni mi taşındın?'' Yine kafamı salladım. ''Konuşmayı sevmiyorsun herhalde?'' Güldüm ve yine kafamı salladı. O da gülümsedi ve çenesini dizlerine yasladı.
''Pekala, Atlantis. Sessizce oturalım o zaman.''
Ahem Ahem!
Evet, geri döndüm. Bir ara vermiştim.
Ciddi bir şey hakkında konuşmak istiyorum. Arkadaşlar şöyle ki bölüm istiyorsunuz ama oy ve yorum sayıları çok düşük. Böyle olunca inanın yazmak istemiyorum. Ara verme nedenim de buydu. Lütfen okuyorsanız oylayın ya yalvaracağım az sonra...
Bir de şey bu bölüm kısaydı. Sadece Paige geldi falan ama geçiş ve telafi bölümü olsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlantis| gyllenhaal
Short StoryI can't save us my Atlantis, we fall ♤ Yaş farkı içerir. Rahatsız olacaklar lütfen okumasın, lütfen.