Ada, güzellik uykusundan uyanınca güzel, iri gözlerini tembel tembel ovuşturdu. Aklından mis gibi bir kahvaltı yapmayı geçirirken birden Sabah'ın varlığı kâbus gibi üzerine çöktü. Hemen pikeyi fırlatıp hızlıca yataktan çıktı ve banyoya gidip yüzünü yıkadı. İçinden babası gece eve gelmemiş olsun diye dualar ediyordu. Birkaç dakika içinde hazırlandıktan sonra doğruca koridora açılan kapıyı açtı. Sabah'ın odası tam karşıdaydı. Bu yüzden onu görmesi işten bile değildi. Dikkatlice etrafı kolaçan ettikten sonra parmak uçlarında yürüyüp koridoru yürümeye başladı. Onun bu sinsi hali avını yakalamaya çalışan bir çitayı andırıyordu. Koridoru geçip merdivenin önüne geldiğinde önce durup derin bir nefes aldı sonra
basamakları koşa koşa çıkıp ardında bıraktı. Babasının çalışma odasının önüne geldiğinde kalbi küt küt atıyordu. Birkaç saniye bekledikten sonra kapıyı tıklatmadan açtı ama içeriye girmeye cesaret edemiyordu. Yavaşça başını kapı aralığından içeri soktu. Odayı bir kez gözetleyince içi rahatladı. Hemen içeriye girip kapıyı ardından kapattı. Masanın üzerinde göz gezdirdi ve derin bir nefes aldı. Görünürde hiçbir kâğıt parçası yoktu. Babası evdeyken masanın üzerinde bir yığın dosya olurdu. Ama bugün hiçbir şey yoktu. Bu da demek oluyordu ki babası eve gelmemişti.
"İyi ki de babam gelmemiş. Eğer gelseydi adım gibi biliyorum ki annem ona benim hakkımda bir sürü yalan söyleyecekti," dedi içinden dolgun pembe dudaklarını büzerek. "Neden bana bu şekilde davranmakta ısrar ediyor anlayamıyorum."
Çantasını alıp doğruca fakülteye gitti. Ama hiç beklemediği bir şey oldu. Kağan her sabah onu bahçede bulup yanına geliyor olmasına rağmen bugün ortalıkta yoktu. Ada, ilk kez endişelendi onun için ve dün attığı yumruğu hatırlayınca içi ürperdi. Tam pişmanlık duymaya başlamışken başka şeyler düşünmeye zorladı kendini. Saçma sapan şeylerle aklını meşgul etmeye çalışırken kahvaltı yapmadığını hatırladı ve hemen kantine gidip çay ve tam tahıllı bisküvi aldı. Daha oturmaya fırsat bulamamıştı ki Kağan'ın en yakın arkadaşı Buray'ın kendisinde doğru geldiğini gördü. Sadece iki kez konuşmuşlardı.
"Günaydın Ada, nasılsın?"
"Teşekkür ederim, iyiyim. Sen nasılsın?"
"Senin bu kadar erken gelebileceğini düşünmemiştim."
"Neden gelmeyecek mişim ki? Dersim var."
"Şey... Ben... Aslında demek istedim ki Kağan dün akşam olanları bana anlattı. Sana bugün annen ile konuşacağını söylemiş ya ben de gelmezsin sandım."
Ada afalladı.
"Ne? Ben onu ciddiye almamıştım ki. Şaka yaptığını sanmıştım. Hemen eve gitmem gerekiyor."
"Dur, sakin ol. Niye bu kadar panik yaptın ki?"
Ada, Buray'ı hiç duymuyor gibi hemen çayını ve bisküvisini onun ellerine tutuşturup hışımla dışarıya çıktı. Yol boyunca Kağan'ı geberteceğine dair yeminler ediyordu.
Ada, Kağan'dan önce varmıştı eve fakat Kağan arka bahçeden geldiği için onu görememişti.Bu yüzden onun içerde annesiyle konuştuğunu zannediyordu. Çünkü annesinin bağırtıları geliyordu yukardan. Hemen üst kata çıkıp annesinin odasının kapısının önünde durdu ve onu dinlemeye başladı.
"Doruk, Ada evden kaçmış diyorum sana. Ne? İnanmıyor musun bana? Ben yalan söylemiyorum. Sadece çok üzgünüm. Ona okula git dedim ama sevgilisine gitmiş. Merak ediyorum kızımızı. Ya o ne olduğu belli olmayan sevgilisi ona bir şey yaparsa? Ne yaparım , nasıl yaşarım o olmadan?
Ada, duydukları karşısında şoka girmişti. Sabah'ın bu kadar iki yüzlü ve aşağılık olabileceğini asla düşünememişti.
"Yalanın batsın. Elinden gelseydi beni yok ederdin," dedi titrerken.
Sabah, telefonu kapatır kapatmaz Ada içeriye daldı.
"Ne yaptığını zannediyorsun akrep kadın? Kağan benim hiçbir şeyim değil."
"Sen kendini ne zannediyorsun da benimle bu şekilde konuşuyorsun ha? Bu ne cüret! Bunca emek verip büyüttüm seni. Baban da senin gibi nankör. Kaç senelik karısıyım bir tane evin tapusunu yapmadı üstüme."
Ada, artık hiçbir kelimeye tahammül edemiyordu. Hemen kendini balkona attı. Sabah'da peşinden gitti. Hâlâ konuşmaya devam ediyordu.
"Sana okula gitmeyeceksin demedim mi! Niye gittin? Sevgilin senin için daha önemli değil mi çırpı bacak?"
Bir süre sonra konuşma hararetli bir tartışmaya dönüce Kağan sesleri duyup balkonun tam altına geldi. O sırada Sabah'tan uzak durmak isteyen Ada iyice balkonun korkuluklarına yaslandı. Zavallı yaptığı bu korkunç hatanın farkında bile değildi. Az sonra Sabah fırsattan istifade edip onu balkondan aşağıya attı acımasızca. Bunu yaparken hiç tereddüt etmemişti. Çünkü herkese Ada'nın intihar ettiğini rahatlıkla söyleyebilirdi. - ki onun planı da buydu- Neyse ki Kağan aşağıda olduğu için Ada'nın yere çakılıp beyninin sert zeminde dağılmasına izin vermedi. Kağan'ın orada olması mükemmel bir zamanlamaydı. Ada, onun kucağına düşünce aniden oluşan ağırlık ve basınçla Kağan dengesini sağlayamadı ve tökezledi. İkisi de arkalarında duran havuza düştüler. Ağzına ve burnuna su kaçan Ada, üst üste yaşadığı karmaşıklıkları kavrayamıyordu. Saniyeler içinde ömrü boyunca yaşadığı her şey bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Bir ara panikle gözlerini açtığında suyun kırmızılara boyandığını gördü. Bu kırmızı sıvının nereden geldiğini anlamaya çalışırken gözlerini yukarı doğru kaldırıp baktı. O esnada tam kafasının üzerinde bir noktadan kan dağıldığını fark etti. Başı zonkluyordu ve bir tarafı feci şekilde yanıyordu. Gözlerini usulca kapayıp açınca beyazlar içinde upuzun ve sapsarı saçlarıyla karşısında durup ona elini uzatan annesini gördü. O kadar güzel gülümsüyordu ki Ada gözyaşlarına engel olamadı. Saniyeler içinde gözyaşları havuzun suyuna karışıyordu. Annesini gördüğü için o kadar mutluydu ki ona ulaşmak, elini tutmak için çok çaba sarf ediyordu. O, elini uzattıkça annesi uzaklaşıyordu sanki. Bir türlü ulaşamıyordu ona genç kız. Lanet olsun! Ona sarılmak için bu kadar yakınken ona ulaşamıyordu, dokunamıyordu. Annesine çaresizce ulaşmaya çalışırken berrak sesini duydu.
"Olmaz kızım. Daha kavuşmamız için vakit var."
Ada, fazla su yutmuştu. Genzi yanıyordu. Son bir kez bütün gücünü toplayıp elini uzattı ve bilinci kapandı.
Kağan ve Ada havuza birlikte düşmelerine rağmen Ada şu anda onun çok uzağındaydı. Nasıl olur da bu kadar uzağa gidebilmişti Kağan anlayamıyordu. Sanki bilinmeyen bir güç onu kendine doğru çekmişti. Onun suyun dibine battığını görünce hemen ona doğru yüzdü. Suyun yüzeyine çıkan kan, suyu bulanıklaştırıyordu. Bu yüzden aşağıyı görmekte güçlük çekiyordu. Hemen derin bir nefes alıp suyun altına daldı. Ada, giderek batıyordu. Kağan'ın içinde fırtınalar kopuyordu.
"Hayır! Hayır ölmemelisin Ada. Beni bırakma lütfen."
Hemen beline sarılıp onu yüzeye çıkardı. Ada'nın kaybettiği kanı gördükçe endişesi nefesini kesiyordu. Onu incitmemeye dikkat ederek havuzdan çıkardı.
"Ada! Ada! Benimle kal. Nefes al. Ada!"
Başı fena halde kanıyordu. Hemen onu yere yan yatırıp koşa koşa şezlongun üzerindeki beyaz havluyu getirip kanayan yere bastırdı. O esnada Ada öksürmeye başladı. Demin yuttuğu bütün suyu geri çıkarıyordu. Ne yapacağına karar veremeyen Kağan, hemen ambulans çağırdı. Kendini suçlamadan edemiyordu. Giderek beyaz yerleri seyrekleşmeye başlayan havluya baktıkça kendine olan öfkesi iki kat artıyordu. Birkaç saniye içinde içerden ilk yardım çantasını getirdi ve Ada'yı oturtup başını çaresizce kendine yasladı. Ambulans gelene kadar ilk yardımı Kağan yaptı. Bu sayede Ada'nın kan kaybı da azaldı. İlk yardım ekipleri geldiklerinde Ada gözlerini açmıştı. Onu hastaneye götürmek istiyorlardı ama Ada, gitmemekte diretiyordu. Sanki onca kanı kaybeden o değildi. Onu ambulansa bindirmek isteyen Kağan'ı itip mutfak kapısından içeriye girdi. Kağan'da peşinden koştu. Baş dönmelerini hiç önemsemeyen Ada'nın gözleri öfke bürümüştü. Onu balkondan atan Sabah'ı arıyordu. Bütün odaları tek tek gezdi ama yoktu. Kaçmıştı. Babasının çalışma odasındaki kasa da açıktı. Sabah, her şeyi alıp kaçmıştı. Ada, yenilgiyi kabul etmek istemiyordu ama dayanamıyordu. Sanki her şey etrafında tek bir yörüngede dönüyordu. Zonklayan başına elini götürdü ve parmak uçlarına baktı. Başı tekrar kanamaya başlamıştı. Kağan, fenalaşmasına fırsat vermeden hemen onu kucağına alıp dışarıya taşıdı. Sağlık ekipleri hâlâ kapının önündeydi. Kağan böyle olacağını bildiği için gitmelerine izin vermemişti. Bir süre sonra Ada'yı hastaneye kaldırdılar. Çok fazla kan kaybetmişti. Hemen bir ünite kan verdiler ona. Kafa filmi temizdi. Kafatsında herhangi bir çatlak ya da ezilme yoktu. Yarım saat sonra kendine geldiğinde hâlâ dikbaşlılık yapıyordu. O uyurken babası gelmişti.
Ada, saatler sonra az da olsa iyileşip rahatça konuşabilecek duruma geldiğinde eve gitmek için ısrar edince Doruk, kızına evde iyi bakacağını söyleyip doktordan izin aldı ve onu eve götürdüler.
Ada, eve gelene kadar biraz toparlanmıştı. Ona verilen güçlü ağrı kesiciler ağrılarını kesmişti. Salona geçerken babası dışarda telefonla avukatıyla konuşuyordu. Yorgun argın yürürken biri arkadan omzuna dokundu. Arkasını dödüğünde Kağan'ın kocaman gülümsemesini gördü. Kağan onun elini tuttu. Eli sıcacıktı. Sonra tebessümü ansızın silindi.
"Çok kötü şeyler yaşadın. Buna ben sebep oldum. Özür dilerim."
Ada, ona kızmıyordu artık. Çünkü onun sayesinde Sabah'ın maskesi düşmüştü.
"Sana kızgın değilim. Bunları yaşamasaydım belki de babam Sabah'ın gerçek yüzünü göremeyecekti hiçbir zaman. Belki de sana teşekkür etmem gerekiyordur."
Kağan, tekrar içten gülümsedi. Bu Ada'ya bilinmedik bir güven verdi.
"Yukarı çık üstünü değiştirip uyu. Açsan yiyecek bir şeyler hazırlayayım sana. İyisin değil mi, ağrın falan var mı?"
Kağan'ın bu ilgisi Ada'nın hoşuna gitti ama hiçte bunu ona yansıtma niyetinde değildi.
"Balkondan düşerken kafamı korkuluklara vurdum sadece. Niye ölümden dönmüşüm gibi davranıyorsun?"
"Tamam, biraz abarttım sanırım."
"Şey... Beni düşündüğün için teşekkür ederim ama sen de pek farklı değlsin benden."
"Beni merak etme. Göründüğümden daha dayanıklıyımdır. Gerçi sen beni umursamazsın ama..."
Ada, küçülmüş gözlerini sonuna kadar açtı.
"Sen... Dayanıklısın ha?"
Kağan, Ada'ya yaklaşıp biraz daha yakından baktı. Onun şaşkın haline ve hafif büzülmüş dudaklarına bakınca kahkaha attı. O da sırıttı ve arkasını dönüp odasına gitti. Elbiselerini değiştirirken, "Kağan gerçekten de çok dayanıklı." diyordu kendi kendine. P
Hem neden dayanıklı olmasındı ki. Ada'nın ona yaptığı bunca kötü şeye rağmen asla vazgememişti ondan. Ve şimdi zafer merdivenlerini tırmanıyordu.
Ada, odasında hazırlanırken Kağan'da kahve yapıp onun odasının kapısının karşısında bekledi. Kapıyı çalıp onu rahatsız etmektense duvara yaslanıp çıkmasını beklemeyi tercih etti. Az sonra kapı açılınca Ada bütün güzelliğiyle onun karşısına çıktı. Kağan'ın yoğun bakışlarını üzerinde hissedince çok utandı ve yere baktı. Giydiği basit tişörtü bile onu gözalıcı kılıyordu. Tişörtün mavi rengi onun koyu mavi gözlerinin rengini iyice ortaya çıkarmıştı.
Kağan, tatlı tatlı gülümseyip ıslık çaldı. O sırada Ada elleriyle yüzünü kapadı. Çok güzel ama Ada için bir o kadar da sinir bozucu bir andı. Bu kadar ilgiye alışık değildi.
Kağan, onu çok utandırdığını anlayınca yanına gidip kahveyi uzattı.
"Belki üşüyorsundur diye kahve yapmıştım sana ama bakıyordum da sıcak basmış seni. Tişört gitmişsin ve kıpkırmızı olmuşsun. Kahveyi götüreyim de baban içsin bari. Ziyan olmasın," dedi. Sonra da arkasını döndü. Tam gidecekken Ada alt dudağını ısırıp seslendi arkadan.
"Aslında sıcak basmadı. Sadece rahat ederim diye tişört giydim. Kahvemi alabilir miyim?"
Kağan'nın yanına gidip gözlerinin içine baktı. O kadar saf bakıyordu ki Kağan dayanamadı.
"Al, şaka yapmıştım zaten. Babana kahvesini çoktan verdim."
Ada, Kağan ile uğraşmayı seviyordu. Onunla didişmekten bilinmedik bir zevk alıyordu.
"Kahve için sağol. Bakıyorum da beni kucağına almaya çok meraklısın. Balkonun altında ne işin vardı, Yoksa Sabah'ın beni aşağıya atacağını biliyor muydun?"
Kağan istemsizce kafasını kaşıdı.
"Senin sesini duyunca hemen oraya geldim İyi ki de geldim. Yoksa sana dokuma şansım olmayacaktı"
Kağan, Ada'nın sinirlendiğini görünce sırıttı. Onu sinirlendirmeye bayılıyordu.
"Ben de hayatımı kurtarmak için oraya geldiğini sanmıştım. Meğerse amacın farklıymış," dedi Ada sinirle.
"Şaka yapıyorum ya. Senin için fesat bir kere. Hemen farklı düşünüyorsun."
"Tabii canım ne demezsin."
"Sana bir şey olsaydı ben yaşayamazdım ki."
Ada, o an Kağan'a karşı tuhaf bir şeyler hissetti. Onun söylediklerinden etkilenmişti. Ona tuhaf tuhaf bakarken Kağan kulağına eğildi ve usulca çok güzel göründüğünü söyledi. Ada, onun nefesini boynunda hissediyordu. Çok heyecanlandı birden. Kağan, bunu fark edince hemen geri çekildi.
"İki saattir odadan çıkmayınca içerde kuaförcülük oynuyorsun sandım. "
Kağan, gülmeye başladı ama Ada çok utandı ve onun kolunu çimdikledi. O sırada Kağan acıyla bağırdı.
"Acıttın."
Ada, hemen çimdiklediği yeri ovaladı.
"Ben... Özür dilerim. Canını yakmak istememiştim. Sadece..."
Tümcesini henüz bitirmişti ki Doruk geldi ve onu alnından öptü.
"Nasıl oldun prensesim? Daha iyi misin?"
"İyiyim merak etme."
Kağan'a onu yeni görmüş gibi baktı. Sanki saatlerdir onunla birlikte değilmiş ve ona kendi elleriyle kahve yapıp vermemiş gibi...
" Kağan, oğlum sen nasılsın?"
"Teşekkür ederim iyiyim Doruk amca. Sen nasılsın? "
"Sayende iyiyim. Kızımın hayatını kurtardın. Çok şey borçluyum sana."
"Hiç olur mu öyle şey, ben görevimi yaptım sadece."
Ada, babası ve Kağan'ın birbirlerini tanıdıklarını anlayınca her şey dank etti kafasına. Şok oldu adeta. Günlerdir birlikteydiyler ama ilk kez düşünmüştü bunu.
Kağan, bir ara gözucuyla Ada'ya baktı ama bin pişman oldu. Çünkü Ada onu öldürecekmiş bakıyordu. Bir de İçten içe gıcık oldu ona. Çünkü babasıyla tanıştığını söylememişti.
"Babacığım Kağan ile ne zaman tanıştınız? Yani çok samimisiniz. Yıllardır birbirinizi tanıyormuş gibi."
"Kağan'nın babası şirketimizin ortağı. İkiniz de bizim pırlantalarımızsınız."
"Birbirinizi tanıdığınızı neden daha önce söylemediniz?"
"Onunla arkadaş olduğuna göre biliyorsundur diye düşündüm."
"Şimdi öğrendim bunu."
Kağan, yarım saat sonra eve gidince Doruk ve Ada evde yalnız kaldılar. Ada, babasına çay getirdiğinde o pencerenin önüne oturmuş yoldan gelip geçen arabaların ışığının aydınlattığı rengarenk gülleri izliyordu. Bahçeye ışık vurunca muazzam görünüyordu. Derin düşüncelere dalmıştı Doruk. Ada'nın ona yaklaştığını fark etmedi.
"Babacığım, sana çay getirdim."
Doruk, kızının yumuşacık sesiyle düşüncelerinden sıyrılınca karşıdaki koltuğa geçip oturdu. Kafasından geçenleri onunla paylaşmak istiyordu.
"Gel kızım. Otur şöyle. Seninle konuşmam gereken bazı şeyler var."
Ada, meraklı bakışlarıyla babasını süzüp oturdu. O sırada Doruk konuşmaya devam ediyordu.
"Düşündüm de Sabah sana zarar verebilir. Bir süreliğine buradan taşınalım. Bizim sitelereden birine taşınırız."
"Ama baba orası şehrin öbür ucu. Okulum ne olacak? Hergün bu kadar yolu gidip gelemem ki."
"Temenni gitmeyeceğiz ki. Ayrıca unuttun mu? Orada özel üniversite var. Merak etme eğitiminde hiçbir aksaklık olmayacak. Yarın sabah naklini veririz. Ev konusuna gelince, hiç endişelenme. Burası senin ilk adımlarını attığın, ilk kelimelerini söylediğin ev. Hem... Biz annenle... "
Doruk, hiçbir zaman Ada'nın annesinden söz etmezdi ama Ada onların bu evde tanıştıklarını biliyordu. Çatı katındaki eski eşyaları karıştırırken bir fotoğraf
bulmuştu. Ortadan kesilmişti ve sadece babası vardı o parçada. Diğer parçası ise kayıptı.
-"Tamam, nasıl istersen öyle yapalım babacığım. "
Ayağa kalkıp babasını yanağından öptü. Hâlâ konuşuyordu ama esniyordu da.
"Saat çok geç oldu. Ben yukarı çıkıp eşyalarımı toplayacağım. Sen de uyu artık. Çok yorgun görünüyorsun. "
"Tamam, iyi geceler güzelim."
" İyi geceler babaların en tatlısı."
Ada, odasına bir an önce gitmek için merdivenleri ikişer üçer çıkıyordu. O sırada bir ses duydu arkadan. Bir babanın dolu dolu evlat sevgisi içeren sesi...
"Kızım, daha yeni geldin hastaneden. Kafan iyileşmeden merdivenlerden düşüp başka bir yerini kıracaksın şimdi."
Ada, dalgın dalgın koridoru yürürken Kağan geldi aklına. Ona bir teşekkür borçlu olduğunu düşünüyordu. Ne de olsa hayatını kurtarmıştı. Odasına gidince hemen bir teşekkür mesajı yazdı. Sonra da kişisel eşyalarını topladı. İçine eşyalarını koyduğu kutuyu kapının önüne bıraktıktan sonra beklediği mesaj geldi.
"Teşekkürünü kabul ederim ama bir şartla. Yarın benimle birlikte yemeğe geleceksin."
Ada, nasıl cevap vereceğini bilemiyordu ama en iyisi doğruları söylemek diye düşündü.
"Sabah yakalanana kadar bu evden taşınacağız. Yarın sabah ilk iş Üniversiteye gidip naklimi vereceğim. Üzgünüm."
Kağan'nın kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu.
"Nereye gidiyorsunuz? Ben de geliyorum."
Ada, Kağan için üzülmeye başlıyordu yavaş yavaş.
"Sen neden gelmek istiyorsun ki?"
"Hâlâ anlamadın mı ben asla bırakmam seni. Neyse, haydi uyu sen. Yarın büyük gün. Bugün başına gelmeyen kalmadı zaten. İyi geceler."
Ada, iyi geceler mesajı attıktan sonra yatağına uzandı. Başına gelecek korkunç şeylerden habersiz uyuya kaldı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessiz Çığlık
Misterio / SuspensoSen hiç, birileri hıçkırıklarını duymasın diye kolunla ağzını kapatıp kendi çığlığında sağırlaşıp gözyaşında boğuldun mu?