Sabah erkenden sıcak yatağına veda etmek zorunda kalan Ada, babasının odasına gitti. Ev mezarlık sessizliğindeydi. Kapıyı açıp içeriye baktı. Evde kimsecikler yoktu. Odasına geri dönüp babasını aradı.
"Alo... Günaydın babacığım, neredesin? Odana baktım yoksun, endişelendim."
"Günaydın prensesim. Erkenden şirkete gitmem gerekiyordu. Seni uyandırmaya kıyamadım. Ha bu arada ben fakülte meselesini hallettim. Gitmene gerek yok. Vedalaşmak istediğin arkadaşların varsa vedalaş."
"Tamam babacığım."
Ada'nın sesi beklenilenden daha üzgün çıkmıştı.
"Merak etme gideceğin yerde yalnız olmayacaksın. Kağan'da oraya gelecekmiş."
"Kağan mı? Neyse, eve gelmeden önce bana haber ver. Son eşyaları da toplayayım."
"Yoldayım zaten. Trafik yüzünden biraz geç geleceğim sanırım."
Ada, teleonu kapattıktan sonra acıktığını fark etti. Dünden beri hiçbir şey yememişti. Mutfağa gitmek üzere odadan çıkarken Kağan'nın kokusu geldi burnuna. Dün tam bu saatte onu kucaklayıp ölümden kurtarmıştı. Şimdi ise onu yalnız bırakmamak için herkesi ardında bırakıp onun gideceği yere gidiyordu.
Derin düşüncelere dalıp kahvaltı hazırlarken kapı zili çaldı. Ürkek bir ceylan gibi kapının eşiğine kadar yürüdü. Korkuyla kapının deliğinden dışarıya baktı. Sonra kalbi hızla çarptı. Kapıyı açıp Kağan'nın çocuklarınkisi kadar saf gülümsemesine gülümseyerek karşılık verdi.
"Benden kurtulacağını mı sanıyorsun buradan taşınarak?"
Sesi biraz sorgulayıcı çıkmıştı. Bu yüzden Ada'nın yüzü şaşkınlık bürüdü. Kağan şaka mı yapıyordu yoksa ona ciddi ciddi hesap mı soruyordu anlayamıyordu.
"Bana hesap soruyorsan hemen geri git yoksa sende deşarj olurum."
Kağan kahkaha attı.
"Şaka yapmak istedim sadece. Neden hemen ciddiye alıyorsun ses tonumu?"
Ada, dudağını ısırıp yere baktı. Kağan ise konuşmaya devam etti.
"Ee beni içeriye almayacak mısın?"
"Afedersin. İçeri geç. Ben de kahvaltı hazırlıyordum."
Birlikte mutfağa geçtiler.
Kağan, bir sandalye çekip oturdu.
"Tam üstüne geldim. Kahvaltı da yapmamıştım zaten."
"Tost yer misin?"
"Sen ev işi yapmayı biliyor musun? Ben evde hizmetçi var sanıyordum. Zenginler genelde hiçbir iş yapmaz," dedi Kağan alay ederek.
"Zengin olmak abartılı bir yaşam gerektirmez benim kanaatimce. Elim ayağım tuttuğu sürece yemek de yaparım, temizlik de yaparım. Hem... Ben zevk alıyorum iş yapmaktan."
Kağan, onu daha fazla kızdırmak istemediği için kot ceketinin cebindeki çikolatayı çıkarıp masaya bırkatı.
"O zaman seni tebrik ederim. Bu ödülü hak ettin."
Ada, gözlerini devirdi.
"Kağan, hâlâ dalga geçiyorsun sanki."
Kağan gülümsedi.
"Yardım etmemi ister misin?"
"Çay dolursan hiç de fena olmaz. Ben de sana sucuklu tostunu getireyim."
Kağan'ın gözleri parladı.
"Sucuklu tost sevdiğimi nereden öğrendin?"
Ada utancından elektrik çarpmışa döndü.
" Hiç... Tahmin ettim sadece."
Kağan ona bakıp sağ kaşını kaldırıdı önemli bir olayı çözmeye çalışan bir dedektif gibi.
" Peki tamam, bir ay önce kantindeyken sucuklu tost aldığını gördüm."
Kağan durumdan memnun güldü.
" Demek gizlice ne yaptığıma bakıyorsun. Gizli bir hayranım mısın yoksa?"
" Ne alakası var? Bak böyle dalga geçmeye devam edersen kendini mutfak kapısından dışarı atmak zorunda kalacaksın."
" Tamam tamam. Bayan boksör hanımefendi."
Neşeli geçen bir kahvaltının ardından Kağan gitti. Ada, masayı toparladıktan sonra kocaman bir bardak kahve fincanını kahve ile doldurup salondaki duvarı boydan boya kaplayan kitaplıktan henüz birkaç sayfa okuduğu kitabını alıp pencerenin önündeki koltuğa oturdu. Kitabını açıp büyük bir zevkle okumaya başladı. Bu şekilde ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Bir süre sonra duyduğu bir ses onu daldığı dünyadan tamamen kopardı.
"Ada."
"Salondayım babacığım."
Doruk salona gelip prensesini alnından öptü.
"Hazır mısın?"
"Mutfakta birkaç tane eşya var. Masaya bıraktım. Onları da kutuya koysam hazır olurum."
"Sen git çantanı al. Ben onları kutuya yerleştiririm."
Ada, babasına bakıp gözlerine daldı. Gözleri doldu.
"Baba... Neden bu kadar iyisin?"
"İyi olan sensin. Senin yüreğin."
Hiçbir şey demeden odasına çıktı Ada. Belki de babası annesinin yerini doldurmaya çalışıyordu. Bu yüzden bu kadar iyiydi.
Duvarın dibindeki kutuyu kucağın alıp valizi de tutup dışarıya çıkardı. Arkasına dönüp belki de bir daha göremeyeceği odasına baktı. İki damla yaş akıp gözlerinden süzüldü. Gözlerini silip aşağıya indi. İçindeki cam kırıkları hareketlenip kalbine saplanıyordu sanki. Aşağıya indiğinde babası dış kapıya yaslanmış onu bekliyordu. Mutlu görünmeye çalışarak eşyalarını babasıyla birlikte arabaya taşıdı. Arkasına dönmek istemiyordu. Çünkü bakarsa ağlamaktan korkuyordu. Kendini kötü hissetmemenin en iyi yolu hiçbir şey olmamış gibi arabaya binip kitap okumak olduğunu düşünüyordu. O yüzden hemen yarıda bıraktığı romanını çıkarıp arabada okumaya başladı. Doruk ise binbir düşüncenin altında ezilir durumdaydı. Bir süreliğine şoförüne izin vermişti. Sabah'ın yaptığı şeylerden sonra artık kimseye güvenemezdi. Ortalık sakinleşene kadar kızıyla tek başına yaşayacaklardı.
Eve vardıklarında Ada, uyuya kalmıştı. Doruk, onu uyandırmamaya dikkat ederek önce valizleri içeri taşıdı sonra geri gelip onu uyandırdı.
-Ada, uyan prensesim.
Ada, çok hassas olduğu için en ufak tıkırıda bile uyanabiliyordu. Bu yüzden babasının işi hiç zor olmadı.
"Hı... Geldik mi?"
"Evet meleğim, geldik."
Ada, gözlerini ovuşturup arabadan indi. Eve girince gözleri faltaşı gibi açıldı. Her şey harikaydı. Salon o kadar güzel dekore edilmişti ki gözlerine inanamıyordu. İçinde tatlı tatlı duygular uyandırıyordu. Hemen girişte saksının içinde portakal ağacı vardı. Duvarda ilgisini çeken ilk şey çığlık atan bir kızın portresiydi. Duvarın her köşesinde rahatlığından şüphe ettirmeyen gri renginde koltuklar vardı. Tam ortada ise kahve fincanlarını bekleyen cam bir masa... Her şey onu kendine çağırıyordu adeta. Yere bıraktığı eşyalarını kucağına alıp merdivenlere doğru yürüdü. O esnada duvara dikkatlice monte edilmiş dev ekran televizyonu gördü. Gece film izlemek çok güzel olacak diye geçirdi aklından.
İçinden iş yapmak gelmeyince çok yavaş biri olurdu Ada. Eşyalarını yerleştirene kadar akşam olmuştu. Esneyerek perdeyi çekip pencereyi açtı. Sonra gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Öyle huzur doldu ki içi, kısa bir süre için onu yıpratan bütün dertlerini unuttu. Sanki küçük bir köyde göl kenarında akşam serinliğinde çimlere yatmış oranın mis gibi çiçek ve toprak kokan havasını soluyordu. İri mavi gözlerini açtığında ise tekrar bıktığı dünyasına döndü. Bir an hayal görüyormuş gibi hissetti. Sonra gözlerini ince uzun parmaklarıyla ovduktan sonra tekrar baktı. Yanılmıyordu. Gördükleri gerçekti. Kağan, karşıdaki binanın balkonundan ona el sallıyordu. Bir an şaşkınlığına yenik düşüp öylece baktı. Sonra Kağan'ın kendini fark ettirmek için yaptığı komik hareketleri görünce kahkaha attı. Durup o halini biraz daha izlemeyi çok istiyordu ama ona karşılık vermesi gerektiğini düşündü. Aksi takdirde Kağan onun ya heykel ya da gece körü olduğunu düşünebilirdi.
Gülümseyerek ona el salladı. Hâlâ şaşkındı. Bu, ona büyük bir sürprüz olmuştu.
Kağan, fark edildiğini görünce derin bir ohh çekti. Fark edilmek için bir sürü saçma sapan hareketler yapmıştı. Bu da onu yormuş ve komik bir duruma düşürmüştü. Önündeki balkon duvarına dirseklerini dayayıp elindeki telefonla Ada'ya mesaj yazdı.
'"sürprizimi beğendin mi küçük hanım?"
Ada, telefonun sesini duyunca pencereden uzaklaşıp yatağın üzerindeki telefonu aldı. Mesajı okuyunca hafifçe sırıttı.
"sen var ya tam bir baş belasısın."
Kağan, sabırsızlıkla gelen mesajı okudu ve aynı hızla cevap yazdı.
"Evet ama tatlı bela."
Ada, dalga geçmek için eline geçen bu nadir fırsatı kaçıramazdı. İntikam sırası şimdi ondaydı.
"Ha ha ha... Sen mi tatlısın?"
"Ne o beğenemediniz mi hanımefendi?"
"Ben şeker hastasıyım. Tatlıdan uzak durmak zorundayım. O yüzden senden de uzak durmam gerekiyor artık. Hoşça kal."
Ada kahkaha atarken Kağan kalbinin çarpıntısıyla meşguldü. Son mesaj onu pişman etmişti.
"Ya şaka yaptım. Ben tatlı değilim. Vallahi. Tuzdan daha tuzluyum belki. Şaka yaptım. Ben... Ben tatlı değilim. Uzak durma benden lütfen."
"Ne oldu beyefendi? Demin tatlılığınızla övünüyordunuz."
"Ağız tadıyla şaka yaptırmıyorsun insana küçük Cadı. Ee yarın yeni başlayacak olan yeni hayatın için nasıl hissediyorsun bakalım, Heyecanlı mısın?"
"Hayır, aslında pek heyecanlı değilim. Mutlu ve huzurluyum. Sevdiklerim yanımda. Daha ne isteyebilirim ki."
"Bundan sonra daha da mutlu olacaksın. Bana inan."
Birkaç dakika sonra Doruk'un babacan sesiyle kızını çağırmasıyla Ada, merdivenlerden hoplaya zıplaya aşağıya inip mutfağa gitti.
"Ooo babacık aşçı mı oldun sen?"
Kıkırdadı Ada. Babasını ilk kez böyle görüyordu.
"Prensesimle şöyle güzel bir akşam yemeği yiyelim dedim de... Sen neden gülüyorsun böyle, çok mu komik görünüyorum?
"Hayır, önlük çok yakışmış."
"Evi beğendin mi?"
"Çok beğendim. Her yer tam benim zevkime göre döşenmiş. Sanki önceden buraya taşınacağımız planlanmış gibi."
"Ben... Ben sana bir şey söylemeliyim. "
"Neden üzüldün birden, kötü bir şey mi oldu babacığım, yoksa yanlış bir şey mi söyledim?"
Doruk, bir bardak su doldurup sandalyeye oturdu. Prensesi de tam karşısına oturdu. Bir yudum su içti. Şimdi hem elindeki bardağı sıkıyor hem de kızının donuk gözlerine bakıyordu.
"Sabah ile evlenmekle büyük bir hata yaptım. Bunun pekala farkındayım. Benim yüzümden az kalsın canından oluyordun.
"Kendini suçlama babacığım. Suçlanacak biri varsa o da o cani kadın. Senin bir suçun yok. Hem... Böyle olacağını bilemezdik ki."
"Ben biliyordum.”
Ada, hemen kaşlarını çatıp babasına dik dik baktı. Gözlerini ondan bir saniyeliğine bile ayırmıyordu. Sabırsızca konuşmaya başladı.
"Nereden biliyordun? Ya da ilk önce şunu mu sormalıyım, neden en başta bir şey söylemedin? Bunu öğrenmem için ölümden mi dönmem gerekiyordu?"
"Hayır yavrum. Bilirsin, bazen şirkette işler uzayınca gece eve gelmem. Ya da sabaha doğru gelirim."
Ada, iyice sabırsızlanmaya başlamıştı.
"Ee..."
"Birgün aynı şekilde işim vardı. Büyük bir yatırım yapacaktık. Ama ben bazı önemli evrakları evdeki kasada unuttuğum için gece geri dönmek zorunda kaldım. Eve gelince sizin uyandırmamak için kapıyı kendim açtım. Yukarı kata çıkıp evraklarımı aldım. İlk başta ev ürkütücü derecede sessizdi ama ben çalışma odasından çıktığımda artık sessiz değildi. Sabah'ın sesi geliyordu. Kapının önüne gittim. Biliyorum yaptığım şey doğru değil ama kapıyı dinledim. Bir adamla konuşuyordu telefonda. Yani beni aldatıyordu."
Ada, aniden sinir küpü oldu.
"Ne? İnanamıyorum. Peki neden hemen boşanmadın?"
"İlk önce boşanmayı düşündüm ama soygun yapıp beni aldattığı adamla yurtdışına kaçacağını öğrenince vazgeçip soygun yapmasını bekledim. Sadece bir tek hamlesini bekliyordum."
"Ama sen boşanmak isteseydin o yüklü bir tazminat alabilirdi. Buna rağmen neden soygun yapmayı tercih etti ki?"
"O kasada senin düşündüğünden daha fazla para vardı. Anahtarı eve bırakmıştım. Bunca zamandır bir hareket yapmasını bekliyordum. Suçüstü yapmak istiyordum. Bu sayede hem hapse tıkılacak hem de tek bir kuruş bile alamayacaktı."
"Demek bu yüzden her yerde gizli kamera vardı."
"Kameraları gördün mü sen?"
"Evet. Senin odandaki kitaplığın tozunu alırken nohut kadar küçük bir kamerayı kitaplığın bir köşesinde duran çiçeğin içinde olduğunu fark ettim. Daha sonra her eşyaya tek tek baktım. Mutfakta bulunan buzdolabının kapağının üzerindeki süslerde bile vardı."
Doruk, prensesinin yanağını çekti.
"Sandığımdan daha dikkatliymişsin. Tam benim kızıma yakışacak bir gözlem yeteneği ve dikkat."
Ada gülümsedi.
"Çok zekice bir plan yapmışsın. Kimin babasısın, bana çekmişsin işte."
İkisi de kahkaha attılar. Ada, duyduklarından çok memnun olmuştu. Bu yüzden ölümden döndüğünü bile önemsemiyordu artık. Gözleri parlıyordu.
Keyifli bir yemeğin ardından herkes odasına çekildi. Kitap okurken hayaller alemine dalan Ada, yarın hayatının tamamen değişeceğinden habersizdi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessiz Çığlık
Misterio / SuspensoSen hiç, birileri hıçkırıklarını duymasın diye kolunla ağzını kapatıp kendi çığlığında sağırlaşıp gözyaşında boğuldun mu?