Maya, yeni evini ifadesiz bir şekilde incelerken Ada, Kağan'a evin ne kadar geniş ve ferah olduğunu anlatıyordu.
“Duvar kâğıtlarını çok beğendim.”
“Ada...”
“Efendim?”
“Yarın akşam yemeğe çıkalım mı? Maya için bir değişiklik olur.”
“Bunu patrona sormak lazım.”
Ada, arkasına dönüp büyük koltukta oturup dizlerini karnına doğru çekmiş ve başını ellerinin arasına almış öylece uzaklara bakan kardeşine seslendi.
“Maya, yarın akşam sen de bizimle birlikte yemeğe gelir misin?”
“Hayır, siz gidin. Ben böyle iyiyim,” dedi ve ayağa kalkıp odasının bulunduğu loş koridora girdi.
Ada ve Kağan arkasından bakakaldılar. Maya'nın birden bu denli kötü değişmesine bir anlam veremiyorlardı.
“Belki de bizi yalnız bırakmak istediği için gelmek istemiyordur. Bu durumda ikimiz gidiyoruz.”
Kağan sırıttı.
“Harika bir akşam olacak. Sana söz veriyorum,” dedi ve Ada'nın yanağına masum bir buse kondurdu. Ada kıpkırmızı oldu. Sıcak basmıştı birden.
Az sonra kapı çaldı. Ada perdeleri uçuran rüzgârın içeri girmesini önlemek için pencereyi kapatıp kapıyı açtı. Aleyna ve Rüya ellerinde renkli poşetlerle içeriye girdiler. Ada, ilk misafirlerini ağırlama sevincini yaşıyordu.
“Hoş geldiniz kızlar.”
“Hoş bulduk. Oo kimler varmış burada?” dedi Rüya elindeki poşetleri mutfağa bırakırken.
Kağan biraz gerildi. Ama bunu belli etmedi.
“Erkek arkadaşım beni görmeye geldi, ne var bunda bu kadar şaşıracak?”
Ada, cümlesini bitirince kendisine tıpkı bir hayalet görmüş gibi bakan Kağan'a bakıp göz kırptı.
“Hayat size güzel vallahi,” dedi Aleyna yalnızlığından yakınarak. “Bu arada Maya nerede? Onu göremiyorum.”
“Odasına gitti. Yalnız kalmak istiyor sanırım.”
“Ben bir gidip baksam iyi olacak,” dedi Rüya ve arkadaşının odasının kapısının önüne gitti. Kapıyı yavaşça tıklatıp içeriye girdi. Maya, yatağın üzerinde dizlerini karnına çekmiş vaziyette yatıyordu.
Rüya, krem rengi ve üzerinde kurumuş yaprak desenleri bulunan pikeyi yavaşça arkadaşının üzerine çekti. Perdeler kapalı olduğu için oda karanlıktı. Tam dışarıya çıkacaktı ki yatağın kenarında duran küçük siyah kaplı defteri gördü. Hemen eğilip aldı. Okumak konusunda tereddüt ediyordu ama merakına yenilip defteri açtı ve önüne çıkan ilk satırları okumaya başladı.
“Unutmak, sadece “unuttum gitti” demekle olmuyor değil mi? Unutmak istediğin her şey sanki seninle inatlaşır ve içinde dört bir yana volta atar. Sen kendini toparladıkça o tekrar deprem olur, seni bir enkaz haline getirir...
Keşke bazı şeyler tıpkı bir kelimeyi okumak kadar kolay olsaydı. O zaman istediğim her şeyi, herkesi unuturdum. Peki şimdi neden unutamıyorum? Neden, neden, neden? Onu unutmak istiyorum. Hiçbir zaman aklımın ucundan bile geçmesini istemiyorum. Ama... Ama hiç aklımdan çıkmıyor. Lanet olsun, hep orada!
Allah'ım lütfen yardım et bana. Lütfen... Delirmem an meselesi... Acımdan öleceğim. Sanki göğsümün üzerinde bir basınç oluyor ve nefes alamıyorum. Çok bunalıyorum... Kendiliğinden geçer mi bu acı? Kendiliğinden terk eder mi beni?
Savaş... Ben seninle bir olmak istedim. Ama sen beni yerle bir ettin. Bir daha hiç kimseye tebessüm etmeyeceğimin, hayal kurmayacağımın, birine asla güvenmeyeceğimin, güneşten, aydan, sahilden, nefes almaktan nefret etmemin sebebisin. Sen... Hayatımın çöldeki bir kaya gibi ufak kum tanelerine ayrılmasının sebebisin. Artık bir hayatım yok, bugünüm yok, yarınım yok, geleceğim yok... Hep dünde yaşıyorum. Hep çekip gittiğin günde...”
Rüya, elindeki defterle dona kalmıştı. Birkaç saniye sonra defteri yerine bırakmaya karar verdi. Çok heyecanlanmıştı. Daha düşüncesini eyleme dönüştüremeden Maya yataktan fırlayıp onun elindeki defteri kaptı. Sinirden mavi gözleri her şeyi siyah beyaz görmeye başlamıştı.
“Ne arıyorsun burada! Eşyalarıma izinsiz nasıl dokunabilirsin?”
Rüya, hem korkudan hem şaşkınlıktan titremeye başlamıştı aniden. Maya'nın çok değiştiğini düşündü. Karşısındaki bu göz altları mosmor, soluk tenli, darmadağın kız, yaşam dolu Maya olamazdı.
Maya hâlâ bir cevap bekliyordu. Ama o susmakla yetiniyordu. Suskunluğa tahammül edemeyen Maya daha çok sinirlendi.
“Defterimi okudun mu?”
Rüya, defteri okuduğuna bin pişman olmuştu. Bir an önce odadan çıkmak istiyordu. Az sonra evdeki herkes Maya'nın bağırması üzerine odaya geldi.
“Sana diyorum, susma cevap ver!”
Rüya, arkadaşlarının gelmesinden cesaretlenerek cevap verdi.
“Evet, okudum. Özür dilerim.”
Maya'nın yüzü acı ve nefretle doluydu. Eliyle kapıyı işaret etti.
“Defol!”
Rüya, çok üzgün bir şekilde dışarıya çıktı. Ağlayacakmış gibi hissediyordu. Hemen arkasından Ada yetişip omzuna dokundu.
“Defterinde ne yazıyordu da bu derece sinirlendi?”
“Düşünceleri hiç de normal değil. Sanki eski Maya iki günde öldü ve yerine bambaşka biri geldi. Gördün, neredeyse bana saldıracaktı. Onun için Psikolog ayarlasak çok iyi olur.”
Herkes durumun ciddiyetini yeni yeni kavramaya başlamıştı.
“Tamam, ben hemen doktorla konuşup bir görüşme ayarlarım.”
“Nasıl bağırdı, gördün değil mi? Hiçbir zaman sesini yükseltmezdi bana.”
“Savaş'tan sonra sinirleri epey yıprandı. Umarım toparlanır. Ona destek olmalıyız.”
“Savaş'ın böyle bir şey yaptığını hâlâ aklım almıyor.”
“Belki geçerli bir sebebi vardır.”
“Sebebi ne olursa olsun, hiç kimse bir insanı bu hale sokmamalı. Kimsenin böyle bir şeye hakkı yok.”
“Haklısın.”
“Neyse, biz artık gidelim. Bir şey olursa muhakkak haber ver.”
“Tamam, merak etme.”
Birkaç dakika sonra herkes gittiğinde, Ada evin en karanlık köşesine oturup kara kara düşünmeye başladı. Annesine ve babasına haber vermeliydi. Ama 'ya gelmezlerse' diye endişelenmekten alamıyordu kendini. Bu şekilde ne kadar düşündüğünü bilmiyordu. Sabah gözlerini açtığında güneş doğmuştu. Oturarak uyuya kaldığı için ayakları uyuşmuştu. Bu yüzden yürürken zorluk çekiyordu. Sendeleyerek kardeşinin odasına gitti. Maya, kulaklık takmış uyuyordu. Saçları darmadağınıktı. Yerde de mavi bir vazonun parçaları vardı. Dün gece kırmış olmalıydı. Ada, kardeşinin üzerini güzelce örtüp saçlarını öptü ve yerdeki cam parçaları toplayıp çöpe attı. O sırada annesi ve babası geldi aklına. Hemen salona gidip telefonunu alıp annesini aradı.
Annesine Maya'dan bahsederken ağlamıştı. Aynı şeyi babasıyla konuşurken de yapmıştı. Ama bu onları etkilemek için bir oyun değildi. İstemeden ağlıyordu. Aile fotoğrafını kafasında canlandırdığında hep paramparça bir görüntü görüyordu. Bu da onu derinden yaralıyordu.
İki saat sonra Helena eve geldi. Kızlarına yiyecek bir şeyler hazırlarken kapı çaldı. Ada duşta olduğu için kapıyı kendisi açtı.
Kapıdakini gördüğünde gözlerine inanamadı. Bu, onun ilk ve son aşkıydı. Hiç değişmemişti. Helena'yı görürmez görmez Doruk'un yüzü de aynı ifadeye bürünmüştü.
“Hoş geldin,” dedi Helena. Sesi çok alçak çıkmıştı.
“Hoş buldum.”
İkisi de şoktaydılar hâlâ.
Doruk içeri geçti.
“Nasılsın?"
“İlk günkü gibi güzelsin.”
“Anlamadım...”
Doruk, daldığı hayal aleminden çıkmak için başını hızlıca iki yana salladı.
“Teşekkür ederim, iyiyim. Sen nasılsın?”
Helena gözlerini yerdeki beyaz halıya dikti.
“Teşekkür ederim, ben de iyiyim.”
“Kızlarım nerede?”
“Ada duşta. Maya ise uyuyor.”
“Maya'nın odası ne tarafta?”
“Benimle gel.”
Helena önde, Doruk arkada Maya'nın odasına gittler. Maya çoktan uyanmış, yatağında oturuyordu. Doruk, hemen kızının yanına gidip alnından öptü.
“İyi misin bir tanem?”
Maya cevap vermedi. Hâlâ gözlerini boşluğa bakıyordu.
Doruk, şefkatle saçlarını okşadı.
“Maya...”
Maya, pikenin altındaki kulaklığı alıp kulaklarına taktı.
Doruk çok gerilmişti. Babasını her gördüğünde boynuna atlayıp öpücüklere boğan Maya, şimdi babasının yüzüne bile bakmıyordu.
Doruk, kızıyla konuşmaya çalışırken Helena kahvaltı tepsisi hazırlayıp odaya getirip Maya'nın önüne bıraktı. Sonra ikisi de ona bir şeyler yedirmeye çalıştılar. Ama birden sinir krizi geçiren Maya, tepsiyi alıp hızlıca yere vurdu. Helena kızını ilk kez bu şekilde görüyordu. Çok korkmuştu. Hemen kenarına oturduğu yataktan kalkıp yerdeki tepsiyi aldı ve dışarıya çıktı. Doruk' da ardından gitti. Bir süreliğine Maya'yı yalnız bırakmaya karar vermişlerdi.
Az sonra tek başına kalan Maya, dinlediği müziğin sesini sonuna kadar açıp tekrar daldığı boşluğa baktı. Bir süre sonra baktığı her yerde Savaş'ı görür olmuştu...
Birkaç saat sonra Adan'nın çağırdığı Psikolog Doktor Taylan geldi eve. Ada, Maya ile konuşmadan onları yüzyüze getirmek istemiyordu. Bu nedenle hemen kardeşinin odasına gitti konuşmak için. Gürültü yapmaktan korkuyordu. Sahi gürültü olsa ne olurdu ki? Maya uyurken bile kulağından çıkarmadığı kulaklık sayesinde hiçbir şey duymazdı.
Yavaşça yanına gidip oturdu ve kulaklığını çıkarıp kapüşonun cebine koydu. Maya anında kardeşine kırmızı, mavi gözlerini dikti.
“Nasılsın canım?”
Maya zor duyulacak şekilde cevap verdi.
“İyiyim.”
“Doktor Taylan Bey seni görmeye geldi. Sana söylemeden onu içeri almak istemedim.”
“İyiyim ben, doktora ihtiyacım yok.”
“İyisin tabii. Bunu biliyorum ama psiko...”
Maya hışımla yerinden sıçradı.
“İyiyim dedim, doktora ihtiyacım yok. Şimdi çık odamdan!”
Ada ayağa kalkıp kardeşinin elinden tuttu.
“Lütfen... Bir kerecik. Sadece bir kerecik.”
Maya, kardeşinin yüzündeki ısrarcı ifadeyi görünce kabul etmek zorunda kaldı.
“Off... Peki, tamam.”
Ada, hemen perdeyi çekip pencereyi açtı. Uzun süredir oda ilk kez aydınlanmıştı.
“Her şey çok güzel olacak. Bana güven... Birazdan Taylan Bey gelir.” dedi ve odadan çıktı.
“Geleceği varsa göreceği de var... Gel bakalım Taylan Bey, gel ve gör gününü.” dedi içinden. Sonra da yatağın kenarına oturup boş duvarı izlemeye başladı...
Birkaç dakika içerisinde odanın kapısı çaldı ve içeriye uzun boylu, otuz yaşlarında bir adam girdi. Bu, Taylan Beydi. Kendinden çok emin görünüyordu.
Maya, doktoru görünce hiç istifini bozmadan onu süzmeye başladı. Taylan, Maya'nın keskin bakışlarının üzerinde gezdiğini hissediyordu ama bu duruma alışık olduğu için önemsemedi
“Nasılsın Maya?”
Maya'nın konuşmaya hiç niyeti yoktu ama zaten Taylan bir cevap beklemiyordu. Çünkü Maya'nın durumunu biliyordu.
“Görünüşe bakılırsa uzun bir süredir hiç dışarıya çıkmamışsın.”
Birkaç saniyelik sessizlik oldu. Taylan, Maya'nın karşısındaki aynalı küçük dolaba yaslanmıştı.
“Cevap vermeyecek misin?”
“Sana ne?”
“Bak, ben seni çok iyi anlıyorum.”
“Beni anlamıyorsun... Kimse anlamıyor.”
“Neden sürekli uyuma taklidi yapıyorsun? Uyuyamıyor musun?”
Taylan, Maya'nın neredeyse hiç uyumadığını odaya girer girmez anlamıştı. Masanın üzerine bıraktığı siyah çantadan küçük kahverengi bir cam şişe çıkarıp ona uzattı.
“Bunu içince kendini daha iyi hissedeceksin. Hem... Mışıl mışıl uyutur seni.”
Maya, artık oturduğu yerde değildi. Ayağa kalkmıştı.
“Sen önce kendini iyi et doktor! Bazı şeyleri ilaçlar iyileştiremez.”
Doktorun elindeki şişeyi alıp ona fırlattı. Ama şans eseri şişe başını teğet geçti ve duvara çarpıp paramparça oldu.
Az sonra gürültüyü duyan herkes odaya koştu. Doruk, kızını iyi görünce sakinleşmişti biraz çünkü ona bir şey oldu diye oldukça korkmuştu.
“İyi misiniz Taylan Bey?” dedi Helena endişe içinde.
“İyiyim ben, merak etmeyin.”
“Maya, kızım ne yaptın sen?”
“Anneciğim ona iyi olduğumu söyledim ama inanmadı. Ben de inandırmaya çalışıyordum ki siz geldiniz.”
“İyi olduğunu hepimiz biliyoruz bir tanem. Bunu ıspatlamana gerek yok ki.”
Az sonra Taylan önde, herkes dışarıya çıktı. Maya büyük bir zafer kazanmış gibi perdeyi çekti ve tekrar karanlığa gömüldü.
Taylan gittikten sonra Helena kızını ikna edip yemek yedirmiş ve ilaç içirmişti. Bu sayede Maya Savaş'ı düşüne düşüne uyuya kaldı.
Savaş, artık dayanamıyordu Maya'nın haline. Öğleden sonra evine gitti onu görmek için. Ada, kardeşinin kolay kolay uyanmayacağına emin olunca Savaş'ı onun odasına aldı.
Savaş, onu gördüğünde çok heyecanlanmıştı. Hemen gidip başucuna oturdu. Bir süre nefes alış verişlerini dinledi. Sonra da çekinerek yumuşacık saçlarını okşadı. Bay X'i yakalanmasına çok az kalmıştı. Onu yakaladığında Maya'ya sıkıca sarılıp hiçbir şey demeden öylece kalacaktı.
Savaş, Bir süre sonra Maya'nın uyanma ihtimaline karşı Savaş çıkıp gitmişti. Uyandığında orada olmak istemiyordu. Gitmek zor geliyordu ama mecburdu...
Bir saat sonra Maya televizyonun sesiyle uyandı. Apar topar salona gitti. Ada, bir haber kanalından bir vakayla ilgili son gelişmeleri dinliyordu. Konuşmayı yapan kadın şöyle diyordu:
“Miray Akay ve Mevsim Durmaz cinayetlerini işleyen Bay X lakaplı seri katil polisler tarafından gözaltına alındı.”
“Ne?”
Ada duyduğu sesten irkilerek arkasına döndü.
“Maya, iyi misin?”
“Katil... Katil kim?”
“Bilmiyorum.”
Az sonra yüzü silikleştirilen bir adamın görüntüsü çıktı ekranda. Yanındaki de Savaş'tı. Bay X'in koluna girmişti.
“Savaş...”
Maya ekrana kilitlenmişken kapı çaldı. Ada kalkıp kapıyı açtı. Gelen Tibet'ti.
Ada, Tibet'in gelişini fırsat bilip odasına gitti ve hemen Savaş'ı aradı.
“Savaş, Bay X'i yakaladınız mı gerçekten?”
“Hayır. Biliyorsun ki elimizdeki tek şüpheli Bora'ydı. Ama artık onu bırakmamız gerekiyor çünkü o temiz bir hukuk öğrencisi. Hiçbir suçu yok.”
“Peki neden böyle yalan bir haber çıktı?”
“İzlediğin haberi yapan gazetecinin ismi Anisa. Bay X bugüne kadar yalnızca onunla irtibata geçti. Bu da demek oluyor ki Bay X sürekli gündemde olmak ve insanları korkutmak istiyor. Bu nedenle onunla anlaşma yaptım. Bay X böyle bir habere karşı sessiz kalmayacak ve Anisa ile irtibata geçecektir.”
“Yani yakalanmadığını ıspatlamak için tekrar çıkacak ortaya.”
“Aynen öyle.”
Ada, Savaş ile konuşamaya devam ederken Maya da Tibet'i başından atmaya çalışıyordu.
“Maya, güzelim nasılsın?”
Maya, Tibet'in gelmesinden hiç memnun olmamıştı. Onu görmezden geliyordu.
“Hey, Maya sana söylüyorum.”
Maya arkasını dönüp odasına gitti. Tibet arkasından bağırdı.
“Tamam güzellik, konuşmak istemeyebilirsin. Bu normal. Ben şimdi gidiyorum. Sonra tekrar geleceğim.”
Maya, odasının kapısını açar açmaz Savaş'ı gördü karşısında. Gözlerinden boncuk boncuk yaşlar dökülmeye başladı. Elinin tersiyle gözlerini sildi hemen. Çok heyecanlanmıştı. Eğer onun geleceğini bilseydi hiç çıkmayacaktı odadan.
Savaş, Maya'nın gözlerinin içine bakıp gülümsedi.
“Üzülme bir tanem, her şeyi düzelteceğim.”
“Neden beni bıraktın? Neden kandırdın?”
“Üzgünüm.”
Ada sesleri duyunca hemen odaya gelmişti. Şaşkınlık içerisinde kendi kendine konuşan kardeşini izliyordu.
“Savaş, bak avuçlarım kanıyor. Bak... Gözyaşlarım bitti. Akmıyor artık. Ama bir daha gitme diye kanım akıyor şimdi. Bir daha gitme tamam mı? Söz ver bana, gitme.”
“Maya!”
Ada adeta çığlık atarak atarak çağırıyordu onu ama o duymuyordu. 'Keşke annem ve babam gitmemiş olsalardı' diye düşündü bir an.
Maya yere oturmuştu. Ada ise titreyerek onu sarsıyordu. Kardeşini kaldırmak istiyordu ama yapamıyordu.
Maya, elindeki kanlardan başka hiçbir şey göremiyordu. Gözlerini ovdu ve sildi. Bir an gözlerini açıp etrafına baktı. Daha önce hiç görmediği bir yerdeydi şimdi. Savaş karşıda duruyordu.
“Savaş bırakma beni.”
Elini Savaş'a uzattı tutmak için. Ama Savaş gitgide ondan uzaklaşıyordu.
Ada, bir an Maya'ya her şeyi anlatmak istedi ama yapamadı. Söz vermişti Savaş'a. Çaresizlik içerisinde kardeşini sarsarken, kardeşi birden yere yığılıp titremeye başladı. Ada hem deli ağlıyordu hem de kardeşinin yüzünü soğuk suyla ıslatıyordu. Ama hiçbir tesiri yoktu. Çoktan kendincen geçmişti...~
Yarım saat sonra Maya uyandığında artık halüsinasyon görmeye başladığına kanaat getirmişti. Kafayı yemeye başladığını düşünmeye başlamıştı.
Odada kimsenin olmadığına emin olunca siyah kaplı defterini çekmeceden çıkarıp yazı yazmaya başladı.
“Keşke hayatını yazarken beni kalem diye kullanmasaydın. Mürekkebim bitince bir kenara attın. Oysaki ben seni tertemiz bir defter diye almıştım hayatıma. Yeni bir başlangıç, yeni bir gökkuşağı, yeni bir gökyüzü, yeni umutlar diye...
Belki de ben senin alın yazındım ama sen okuyamadın. Okunmamış yazının izi kalır mı?”
Gözlerinin yandığını hissedince ovdu. O sırada Savaş'ın kendisini izlediğini fark etti. Yazdıklarından ötürü pişmanlık duymuştu biraz.
Birkaç saniye ona baktıktan sonra yazmaya devam etti.
“Dönmene daha çok var biliyorum. Belki de hiç dönmeyeceksin. Belki de... Belki de bir daha asla göremeyeceğim seni.”
Başını kaldırıp Savaş'ın gözlerinin içine baktı.
“Neden gittin?”
Bir dakikalık sessizlik oldu.
“Neden konuşmuyorsun benimle?”
Savaş'tan herhangi bir karşılık alamayınca ayağa kalkıp çalışma masasına doğru yürüdü. Masanın üzerinde birkaç tane polisiye romanı, birkaç tane bilim kurgu kitabı ve son model bir dizüstü bilgisayar vardı.
Birkaç saniye etrafına bakınıp bir şey aradı. En sonunda aradığını buldu. Abajurun yanında cam bir sürahi vardı. Hemen sürahiyi alıp hızlıca duvara vurdu. Sürahi gürültüyle paramparça olmuştu. Cam parçalarının bazıları gri parkelere dökülürken bazıları süratle duvardaki panoya saplanmıştı.
Maya, hemen cam parçalarının düştüğü duvarın dibine gitti.
Savaş'ı aradı ama görünürde yoktu. Gitmişti. Belki de hiç gelmemişti...
Yerden sivri bir cam parçası aldı. Bastığı cam kırıkları ayaklarını kanatıyordu. Ama onun umurunda değildi. Bir iki dakika sonra gri parke kıpkırmızı olmaya başlamıştı. Çünkü onun bastığı her yerde minik kanlı ayak izleri çıkıyordu. Yavaşça yatağına doğru gitti. Yere saçılan camlar bir bir vücuduna batıyordu ama o, hiçbir acı hissetmiyordu. Hatta bilinmedik bir zevk alıyordu. Bir süre sonra yatağına uzanıp pikeyi çekti üzerine. Ayaklarından akan kanlar beyaz çarşafları kırmızıya boyamıştı. Ne düşünmesi ya da ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Birden sağ eli kendi kendine hareket ediyormuş gibi sol bileğini camla paramparça etti. “Bu yetmez” dedi kendi kendine. “Daha çok kan... Daha... Daha...”
Ve birden eli boynuna gitti. Sivri cam parçası boynunu paramparça etmişti...
Yatak son sürat kırmızıya bürünmeye devam ederken Maya istemsiz ve az önce kendisini gözaltına almaya gelen polislerden habersiz yavaşça küçülmüş gözlerini kapattı. Şimdi ölüm ona şah damarından daha yakındı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessiz Çığlık
Mystery / ThrillerSen hiç, birileri hıçkırıklarını duymasın diye kolunla ağzını kapatıp kendi çığlığında sağırlaşıp gözyaşında boğuldun mu?