1.9

1K 52 6
                                    

Hayat bir bana oynuyordu sanki. Her şey üstüme gelirken, sevdiklerim benden uzaklaşıyordu. Kalp alışmıyordu. Kalp kabullenmiyordu. Kalp acıyordu.



Ellerim arasındaki telefonun ekranı uzun zaman önce kapansa da görüntüler hala netti kafamda. Sahi, bu kaçıncı vedamdı ona? Kaçıncı gidişiydi benden?



Sol gözümden akan yaşı elimin tersiyle silip yatağımdan kalktım. Yalan olan neydi? Aşk mı, sadakat mi, insanlık mı, hayat mı? Bir şeyler doğru değildi. Anlatıldığı gibi değildi. Masallar neden gerçek değildiki? Orada mutlu son hep bakiydi.



Şu fani kalp, mutluluktan nasibini almayalı çok olmuştu. Adalet bunun neresindeydi? O, başka bir kıza inkar ede ede aşk ilanı edebiliyorsa, bu seven kalbin suçu neydi? Umut, büyük bir avcıydı. Tek avı kırık bir genç kız olan. Lanet umut öyle bir sızmıştı ki ruhumdan içeriye, tek bir yanlışında öldürmüştü içimdeki aşık kızı. Can çekişe çekişe.



Bilal.

Bir zamanlar her şeyim olan adama inanmak isteyen tüm benliğime ihanet etmekte çok gecikmemişti yine. Beni bırakıp gittikten sonra ona inanmak isteyen tüm umudumu avuçlarında toplamış ve sevdiği kızın dudaklarına değerken dudakları, yumrukları içinde un ufak olmuştular.




O parçalar benim kalbimi kanatırken bir kez daha haklı olduğum için lanet okudum kendime. Hayal kırıklığı, artık her yerimdeydi. Parmak uçlarıma kadar inanç duymuştum. Sonra, ihanet ateşi tutuşturmuştu tüm inançla yıkanan bedenimi. Şimdi yanıyordum.

Neden diye sormak büyük bir günahtı çünkü ihanet aslında hiç olmamıştı. O zaten benim olmamıştı. Kalbi de aidiyeti de o kızdayken, pezevenk bir adamın yeni yalanlarına nasıl olur da inanırdım? Dilim inkar ederken kalbim neden hep ondan taraftı?


Aşk bu muydu yani? Peki nefret neredeydi? Aşka karşı gelemeyecek kadar güçsüz müydü? Ona yenilecek kadar güçsüz müydü?


Odamın kapısı hızla açılırken, ayakta dikilen bedenim içeri giren bedenle hemen gevşemişti. Şu lanet duygular fırtınalı bir okyanussa, annem daima benim limanım olmuştur. Varlığına her gün şükrettiğim kadına gülümsedim içten bir şekilde. Endişeli bakışları anında gevşerken ayakta dikilen bedenime attı hızlı adımlarını ve beni kolları arasına aldı.



Anneydi o. Anlardı derdimi ben daha dudaklarımı aralamadan. Derman olurdu şefkati yaralarıma. Kimse tutamazdı bu kolların yerini. Kimse edemezdi bir anne.




"Güzelim benim. Yeter artık kendini bu odaya kapattığın. Acılar böyle geçmezki kızım. Böyle hafiflemez hiçbir yük. İçini de açmıyorsun ki bana, yardım edebileyim." Saçlarımda gezen elleri göz kapaklarımı ağırlaştırsada buna mani olup biraz geriye gidip yeşil gözlerine baktım. Gözlerimi annemden almıştım ben. "Bir şeyim yok anne. Sadece normal bir ergenim işte. Takma beni kafana." Dedim ve yanaklarına birer öpücük kondurup kocaman bir şekilde gülümsedim. İçim yanarken gülümsemek bir alışkanlık olmuştu ve bu sahtelik midemi bulandırıyordu. Bir zaman sonra kendime de yabancılaşmaktan korkuyordum. Kalbim böyle acırken gülümsemek, çok acınasıydı.



Sonra konuşmasına engel olan telefonum çaldı ve o da anlayış gösterip anlıma ana şefkatini topladığı bir öpücük kondurup odamdan çıktı. Ben de az önce fırlattığım telefonu elime aldım ve gördüğüm numaradan sonra kaşlarımı çatarak cevapladım.



"Efendim Neşe, bu saatte-" Cümlemi yarı da kesen sesi yankılandı telefonun öbür ucundan. "Fotoğrafları sen de gördün değil mi?" Sesindeki acı yeni yeni durmaya başlayan yaşları tekrar toplarken yanaklarımda, o görmese de başımı salladım sesim çıkmasın diye ısırdığım dudaklarımı serbest bırakmadan.



"Olanlardan sonra, asıl olması gereken sahne bu değil miydi zaten? Şaşırmak aptallık olur sadece." Bu Doğruydu. Söylediklerimde haklıydım ve bunu o da biliyordu. Bilal, benim bu hayattaki imkansızlığımdı. Ne onunla, ne onsuz.



Acınasıca.


Çünkü hayat acımasızcaydı.




"Ben yine de onun dürüst olduğuna inanıyorum. Bilmiyorum, sanki tüm bunlar saçma bir oyunmuş gibi. Ama resme tamamen bakınca bunun sadece, bir masal saçması olduğunu da düşünüyorum. Konu sen ve Bilal olunca beş sezonluk bir dizi çıkacak kadar ihtimal kuruyorum kafamda. Çünkü sizi gördüm Derin. Her şey yalan olsa da, o bakışlar yalan olamaz." Onu dinlemek, sanki etrafımı kanatan umutları alıp kalbimin üzerine bastırmak gibiydi. Kanatıyordu ama bir şekilde o kanların ardından onun görüntüsü çıkacakmış gibiydi. Sanki, söyledikleri gerçekmiş gibi.




"Neşe, bende yaşadım tüm o şeyleri ve bugün, geçmişte bana aşkı öğreten adamın aslında bana hiç aşık olmadığını canlı olarak izliyorum. Aptalca izlemeye devam da ediyorum. Daha geçen gün, çok uzakta değil. Ona inanmak üzereydim. Bir salak gibi Bilal'e inanmak üzereydim ve onun kimliğimi öğrendiği günün akşamı o kızla öpüştüğü bir videoyu yayınlayıp fotoğraflar atması, aptalca bir tesadüf değil. O bana beni sildiğini kanıtlamak istedi. Kanaya kanaya anladım bende. Bu hayatta aşık olmak için bir şansım vardı. Ben o şansla birlikte geleceğimi de yaktım. Bilal ise sadece daha fazla odun vermekte yardımcı oldu. Beni öldürdü senelerce ve küçük bir özür, hiçbir şeyi telefi edemeyecek olsa da o küçük özürü bile çok gördü. Aksine, yine arkasına bakmadan çekip gitti. Ben yine giderken bile nasıl güzel olduğunu düşünecek kadar aşıktım oysaki."



Arada bir hıçkırıklarımın böldüğü ama hiç susmadan içimi dökmek istediğim cümlelerim bu zamana kadarki en büyük itirafımdı. Bunu dostuma karşı yapmak ise tek tesellimdi. Beni anlayan tek kişiydi çünkü.


Ama yine de, bu konuşmanın devam etmesini istemiyordum. Dudaklarımın mührü kırılmıştı ve ben daha kendime itiraf edemediğim şeylerin dudaklarımdan dökülmesine hazır değildim. "Neşe, ben kendimi pek iyi hissetmiyorum. Bunları başka bir zaman yüz yüze konuşuruz olur mu?" Ağlamaktan kısık çıkan sesim onu yeterince ikna etmiş olacak ki kabul etti bu isteğimi. "Pekala, sen nasıl istersen güzelim. Seni daha fazla zorlamak istemiyorum. Kendini daha fazla üzme. Seni seviyorum." Ben de, "Seni seviyorum." Dedim ve telefonu kapattım.




Uzun bir gece bekliyordu beni. Her dakikasını göz yaşlarımın dolduracağı, uzun bir gece.

Kod Adı: Bilinmeyen NumaraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin