Atabey, Türkiye'ye geri döndüğünden beri tanıdık bir kabusun içine hapsolmuş gibi hissediyordu kendini.
Babasının ölüm haberini almadan birkaç ay önce bile, içmekten kafası bulanmış bir halde dolanıyordu etrafta. Birkaç ay önce aldığı haberle birlikte, üniversitede aldığı yaradan beri onu sürekli zorlayan sırtının artık bittiğini öğrenmişti. Son zamanlarda antremanlarda artan sırt ağrıları zaten ona gerçeği çok önceden fısıldamıştı, ama çektiği acıya rağmen Atabey oyunu bırakmak istememişti. Basketbol onun hayatıydı, hep öyle olmuştu, fakat doktoru sert bir dille ya basketi bırakırsın, ya da felç kalırsın dediğinde, artık savaşmak için şansı kalmamıştı.
Otuz bir yaşındaydı, zaten önünde oynamak için uzun seneleri de kalmamıştı ama oyunu terk etmesinin bu şekilde olmasını istemezdi.
Hayatındaki tek amacı da bu şekilde elinden alındıktan sonra, Amerika'dan ayrılmamış ve yarını yokmuş gibi partilemeye devam etmişti. Ta ki o telefonu alana dek... "Atabey, baban vefat etti."
Tamer Zorlu. Soyadı gibi çok zorlu bir adamdı, hiçbir zaman yakın bir baba oğul ilişkisine sahip olamamışlardı, bu Tamer Bey'in mükemmelliyetçi tutumu ve Atabey'in doğasından gelen asilik ve serseriliğin bir sonucuydu. Gençlik zamanlarında babasını gururlandırmak için çok uğraşmıştı, ama hiçbir zaman yıldızları barışmamıştı işte. Atabey senelerce, her maça çıkışında, deli gibi adını bağıran ve alkışlayan insanların arasında babasının da olmasını beklemişti. Adam hiçbir zaman gelmemişti. Destekleyici bir kelime söylemediği gibi, hiçbir zaman basketbol hakkında yerici bir kelime de kullanmamıştı ama Atabey babasının bu oyunu hep küçümsediğini biliyor, bakışlarından anlıyordu. Zaten o da bir vakitten sonra, babasını ne kadar iyi bir oyuncu olduğuna inandırmaktan vazgeçmişti. Annesinin vakitsiz ölümünün ardından da bağları tamamen kopmuştu, Atabey içindeki acıyla Amerika'ya gitmişti, Tamer Bey çok değerli şirketi ve biricik evlatlığıyla burada kalmıştı...
Atabey onun cenazesine gitmemişti. İçinden gelmemişti. Ona bunu borçlu değildi. O adama hiçbir şey borçlu değildi.
Şimdi neredeyse tüm çocukluk ve gençliğinin geçtiği bu koca köşke bakarken, içinden bu evi ateşe vermekten başka hiçbir şey geçmiyordu. İçinde zavallı anneciğinin anıları olmasa, yapardı da.
İstanbul'a döneli iki hafta olmuş olsa da, burada kalmak ve şirketteki işlerin başına geçmek konusunda bir sürü soru işaretine sahipti, açıkçası Tuğrul şirketi alıp bir tarafına sokabilir, ya da orayı bir geneleve çevirebilirdi. Umurunda değildi. Babasının mirasına ne olacağını umursamıyordu, hele ki bu miras çocuğundan ve karısından daha çok sevdiği şirket olunca.. Fakat Tuğrul'a olan, maziye uzanan nefreti, adamı yerme isteği ve rekabetçi mizacı bu lanet şehri de, bu lanet şirketi de terk etmesine izin vermiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAKALA BENİ (devam edecek)
RomanceErkek egemen iş dünyasında kendine yer açmaya çalışan hırslı ve başarılı bir iş kadını Bade Aslım Aslan'ın, nam-ı diğer 'dişi aslanın' hayatında gereksiz şeylere yer yoktu. Erkekler ve aşk gibi. En son istediği şey evlilik ve bir erkeğin boyunduruğu...