bölüm on altı

12.1K 1K 278
                                    

"Atabey sen kafayı mı yedin? Öldüresiye dövmüşsün adamı!"

Genç adam başı önünde eğik, ifadesizce kelepçeli ellerini izliyordu. Kendisini daha önce hissetmediği kadar çaresiz, daha önce hissetmediği kadar hapis hissederken ellerinde gerçek bir kelepçe olması ne kadar trajikti, değil mi? Kendini öldürme gibi düşünceler içerisinde olmasaydı belki buna gülerdi.

Bade'nin yanından polisler alıp götürmüşlerdi onu. Adamın arabasını takip edip nerede olduğunu bulmuşlardı, ellerini bağlayıp çekiştirerek arabanın içine sokmuşlardı Atabey'i ama umurunda değildi adamın. Hiç sesini çıkarmamış, hiç zorluk yaratmamıştı. Sadece Bade'nin gözlerine bakabilmişti giderken.

İçi yanıyordu. Ciğeri kavruluyordu. Sanki birisi cehennem ateşinin orta yerine bırakmıştı adamı, daha önce yanmadığı bir ateşte kavruluyordu.

Neye üzülecekti? Sevdiği kadının acısına mı, bebeklerine mi?

Bebeği... Oğulları.

Kaza geçirip, beli mahvolduğunda ve doktorlar ona artık basketbol oynayamayacağını, profesyonel spor hayatının tamamen bittiğini söylediklerinde acı çektiğini sanmıştı. Günler boyu biten hayalinin yasını tutmuştu. Biricik annesi öldüğünde, sevdiği ve onu seven, güven duyduğu tek ebeveynini kaybettiğinde inanılmaz bir acı duymuş, bir daha canının hiç bu kadar acımayacağını düşünmüştü..

Yanılmıştı.

Birkaç saat önceye dek varlığından bile haberdar olmadığı evladını kaybettiğini öğrenmişti. Atabey aynı günde hem baba olmuş, hem de bu elinden alınmıştı. Kalbi acıyordu. Kalbi o kadar çok acıyordu ki, sırf bir daha hissetmemek için onu göğsünden söküp atabilirdi. Onu hiç görmemişti bile. Sesini duymamış, gözlerinin parlaklığını görmemiş, kokusunu içine çekmemiş, kucağına alamamıştı bile. Ama buna rağmen acısını kalbinin en derinlerinde hissediyordu.

Tuğrul ve avukatı karşısında oturmuş, adamın bir cevap vermesini beklerken öfke ve endişe içerisinde suratına bakıyorlardı. Atabey kafasını kaldırmadığında, Tuğrul en son sinirlenerek, "Atabey, konuşsana! Oğlum komaya sokmuşsun adamı. Erdem Kıvanç'tan bahsediyoruz, Kıvançların veliahtından! Ya ölürse?"

"İnşallah," diye tısladı dişleri arasından nefretle. Tuğrul bu söz karşısında şaşkınlıkla baktı ona, bu kadar kalın kafalı olamazdı Atabey, hayatına ne yaptığının farkında değil miydi gerçekten? Tekrar öfke içerisinde lafa girecekken, avukatı söze girdi, "Tuğrul Bey, sakin olun. Atabey Bey'in uluslararası alanda halka mal olmuş ve pek sevilen birisi olduğunu düşünürsek, bir şekilde haklı ve pişman olduğuna dair bir senaryo yazıp bu işin içinden çıkabiliriz.." Sıkıntıyla iç çekip Atabey'e baktı, "Tabi, daha birkaç hafta önce bir kulüpte, herkesin gözü önünde birisini darp ettiğini de hesaba katmamız lazım.. Erdem Bey uyandığında bir şekilde onunla anlaşmaya varabilir.."

"Asla!" Öfkeyle gürledi Atabey, kafasını kaldırıp ölümcül nefrete sahip gözlerini avukatın üzerine dikti. Zavallı adam, bu koca adamın elleri bağlı olmasına rağmen ona bu şekilde bakmasından o kadar ürktü ki, elinde olmadan geri çekildi. "O orospu çocuğuyla anlaşma falan yapmayacağız! Gerekirse hapiste çürürüm, yine o piçin önünde eğilmem!"

"Kafayı yemişsin sen!" diye bağırdı Tuğrul. "Kafana yediğin toplar kalan son mantığını da almış götürmüş. Ne konuşuyorsun, ne adama neden saldırdığını söylüyorsun.. Atabey bunlar güçlü bir aile, seni bir şekilde hapisten kurtarsak basının elinden kurtaramayız. Seni çiğ çiğ yerler! Bugüne kadar kurduğun tüm itibarının yok olup gitmesini mi istiyorsun? Öfke kontrolü olmayan, dengesiz manyağın teki mi desinler senin için?" Tuğrul alayla gülüp, "Gerçi, haksız olduklarını söyleyemem!" dedi imayla.

YAKALA BENİ (devam edecek)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin