14.Bölüm

169 4 1
                                    

~Hermonie~

Sadece bir kaç gün yemek yememiştim ve olanlara bakın. Uyandığımda revirdeydim. Beni buraya sarı saçlı çocuğun getirdiğini söylediler. Kim olduğunu anlamak uzun sürmedi fakat neden bunu yapıyordu? Neden canımı acıtıp sonra kurtarıyordu?
Revirden çıkıp derslere geri dönmemin ardından 5 gün geçti. Onu hiç bir yerde görmedim. Belki de en iyisi buydu. Cuma akşamı dersler bittikten sonra biraz hava almak için gölün kıyısına gittim. Ron ve Harry ise yine Profesör Snape'den ceza yemişlerdi. Onlara verilen ödevin bitişi ne zamana denk gelir belli olmadığından kütüphaneye gidip işe koyulmuşlardı. Ancak kendimi suçlu hissetmeye başlamıştım çünkü Luna'yı bulmak için hareket etmemiştik.
Bu düşüncelerle yasak ormandan gelen sesle ayağa kalktım. Hangi salak yasak ormana bu saatte giderdi ki? Tamam. Ben de gitmiştim. Fakat bir sebebim vardı. Kesin şu zibidi Crabbe ve Goyle yine bir haltlar karıştırıyorlardı. Büyük kara ağaçların arasından koşarken yardım edilmesi için bağıran kişi artık boğulmaya başlıyor gibiydi. Daha hızlı koşmaya başlayınca üç tane ruh emici ve yoo... Olamaz. "Draco!" diye bağırıp hızlıca yanına koştum ve asamı çıkarıp, ruh emicilerine doğrultup "Expecto Patronum!"diye bağırdım. Etrafta beliren koca ışık küresini ardından ruh emiciler artık görünmüyordu.
Dikkatimi yerde yatan Draco'ya çevirdiğimde onun için çok korkmuş olduğumu fark ettim. "İyi misin?"diye sorduğumda. Sadece "Hı-Hı"demişti. Bu beni güldürmüştü. Demek ki tam vaktinde yetişmiştim. Elimi uzatıp kalkmasına yardığım ettiğimden beri nedense her gün konuşmaya başlamıştık. İki haftadır her günü birlikte geçiriyorduk fakat kimse görmeden. Benimle görüşmesini sadece onu kurtarmama bağlıyordu diye düşünmeden edemedim. Ama sorup, güzel anı bozmak istemiyordum.
Her ne kadar her gün buluşsak da yine ciddi ve kafesinden çıkmıyordu. Bazen şakalar yaptığımda da ciddiye alıp gerçekten kızıyordu. Ancak özür dileyip şaka olduğunu beyan ettiğimde biraz daha sakinleşiyordu. Nasıl oldu da buralara kadar gelebildik hiç bir fikrim yok ama gerçekten mutluydum. Ona her baktığımda, sanki yerde değilde gökte yürüyor gibiydim. Onun tek bir bakışı bile-nasıl olursa olsun ciddi ya da biraz olsun yumuşak-kalbimin daha da hızlı atmasına sebep oluyordu. Sanırım romanlarda okuduğum fakat hiç bir zaman gerçek olmayacağını düşündüğüm şey oldu. Ona aşık olmuştum. Aramızdaki duygu ilk başta nefret olsa da sonra sevgiye dönüşmüştü. Sonsuz bi bağ olmuştu. Fakat o da bana karşı aynı duyguyu hissediyor muydu belirsizdi. Kendini öyle iyi saklıyordu ki...
Onu daha yakından tanımak istiyordum. Tamamen bana açılsın istiyordum. Fakat belki de zamanı değildi. Yeri gelir belki de ağzından kaçırırdı.
Şu iki hafta içinde tek yaptığımız şey göle gidip orada saatlerce oturup konuşmaktı. Aslında o neredeyse hiç konuşmuyordu. Ben bir şeyler anlattığımda o da zoraki yorum yapıyordu. Benden sıkıldığını seziyordum fakat madem öyle niye hala benimleydi?
Bugün buluşmak için her zamanki yerimize gitmiştim. Fakat saatler geçti ve o gelmedi. Ortak salona gittiğimde Ron ve Harry'nin sert bakışlarına mahsur kalmıştım. Onlara her şeyi açıkladığımda "Deli misin sen? O bir Slytherin, üstelik bahsettiğimiz kişi Malfoy! Sen onu kurtardın diye o seninle istemese bile vakit geçiriyor. Sence de bu tuhaf değil mi Hermonie?"diye sordu Ron. Haklıydı. Sonuna kadar haklıydı. Draco tuhaf biriydi. Ne yaptığı ya da yapacağı belli olmayan tiplerdendi. Fakat ona güvenmek istiyordum. Onsuz artık yapamıyordum. Nefes alamıyordum. Sert bakışına bile seviniyordum.
"Evet haklısın Ron, ama..."sözümü tamamlayamadan Ron yine araya girdi.
"Ama ne Hermonie?! Ama ne?! O seninle çocukluğumuzdan beri dalga geçti. Hep bulanık diye çağırdı seni."
"Ama ben onu seviyorum!"
Dediğimde Ron inanamayan bakışlarla durduğu yerden sertçe sandalyeye resmen yıkıldı. Harry biz konuştuğumuzda volta attığında son cümlemle gözlerini yerden kaldırıp, volta atmayı bırakıp, şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu.
"Ne dedin sen?"diye sordu şaşkın ve fısıltılı bir şekilde Ron.
"Evet, onu seviyorum. Tamam bana tam anlamıyla açılmamış olabilir fakat o gerçekten sandığımız gibi değilmiş."dediğimde Ron gözlerini benden çekti ve sıkıntılı bir inleme sesi çıkardı ağzından.
"Hermonie, sana ve duygularına karışmak bize düşmez ama..."Harry'nin cümlesini Ron'un sinirli bir şekilde solduğu nefes sesi çıktı."Hı!" Harry bu yüzden ona biraz sert bir şekilde bakarken cümlesine devam etti.
"Ama seni uyarmak dostluk görevimiz. Her ne kadar senin dediğin gibi "gerçekte" iyi biri olsa bile ona çok güvenme. Bakan sesini kesmiş olabilir ama seni bir adımında yakalayıp Azkaban'a attırır. O yüzden sadece dikkatli ol."dedi Harry ve erkekler yatakhanesine gitti. Ron onu takip etti fakat gitmeden önce bana sert bakışlarını atmadan da edemedi.
Tanrım neden bu dünyadaki herkes ve her şey bana karşı? Belki onunla daha çok mutlu oluyordum. Ve gelecekte de onunla mutlu olacaktım. Beni düşünen hiç kimse yok mu? Bir kere olsun bile ben mutlu olamayacak mıydım yani? Yorum yapmakta acele etme. dedi akıllı iç sesim fakat onu dinlemeyecektim artık. İstemiyordum. Ancak neden bugün gölün kıyısına gelmedi çok merak ediyordum. Ondan sormam gerekiyordu madem biraz daha yakınlaşmıştık artık sormaya hakkım vardı.
Ertesi gün Draco, Harry ve Ron'u derslerde görmemiştim. Şu lanet üçlüye ne oluyordu?! Birisi bana açıklama yapabilir mi artık?! Gerçekten sinirleniyordum ve sabrım taşıyordu. Son derse girecekken Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersi kitabımdan bir kağıt parçası çıkmıştı. Kağıdı kimse görmeden açtığımda içinde şöyle yazıyordu:
"Bu akşam saat 08:00 da benimle gölün kıyısında buluş. Ve yalnız olduğundan emin ol.-Draco"
Şaşkınlıktan boğulacak gibiydim. Nasıl oldu da kitabımı bulup notu sıkıştırmıştı. O gerçekten bay bilinmezlikti. Artık ona uygun bir lakap bulmuştum. Dersten sonra hızlıca ortak salona gittim. Kırmızı kazağımın üstüne gri ince ceketimi giydim. Altıma koyu gri pantolon ve siyah bot. Karın geçmesine rağmen hala soğuktu. Ama bu durum beni rahatsız etmiyordu.
Gölün kıyısına vardığımda beni görünce oturduğu yerden kalktı. "Ee bay ukala neler ol..." sözümü parmağını dudağıma bastırarak yarıda kesmişti. "Şşş. Kolumu tut."dedi sadece. Ve kolunu tuttuğumda buharlaşma büyüsünü kullanmıştı. Nerede olduğumuzu anlamak için etrafa bakmıştım. Neden başka bir yere gelmiştik? Çok tuhaf karanlık bir binadaydık. Büyük bir salonun içinde büyük siyah bir masa bulunuyordu. Sandalyelerden birine hafifçe dokunduğumda Draco'ya dönüp "Ne işimiz var burada? Neredeyiz biz?"dedim. Fakat bana cevap vermeden birden siyah toz bulutları etrafta yayıldı. Aman Tanrım! Ölüm Yiyenler!
"Harry! Ron!"diye bir an bağırmıştım. Onları yakalamışlardı. İki ölüm yiyenin elinde olan dostlarıma asalarını doğrultmuşlardı.
"Bak sen. Bir bulanık daha ağımıza düştü."dedi Lucius Malfoy ortada belirip. Korkudan ne yapacağımı ne düşüneceğimi şaşırdım. Hiç bir şeyi anlayamıyordum.
"Emin olun ağınızda uzun süre kalmayacağız çünkü biz..."sözümü yarıda kesmişti Lucius Malfoy.
"Siz? Siz kim?" Burada senden başka hiç kimseyi görmüyorum."dedi.
"Draco'yla ben onları buradan çıkarıp her şeyi Dumbledor'a ve hatta sihir bakanına bildireceğiz!"demiştim.
"Ouu... Demek hala haberin yok. Pembe gözlükleri çıkarma zamanı tatlı Hermonie. Oğlum bu zamana kadar hep seni kullandı."
Oğlum bu zamana kadar hep seni kullandı.
Bu cümle hiç durmaksızın beynimde yankılanmaya başlamıştı. Hayır. Kulaklarıma inanmak istemiyordum. Bu doğru değildi.
"Draco, lütfen doğru olmadığını söyle."dedim gözlerim yaşlarla dolarken.
"Oğlumun senin gibi muggle olan birisiyle olacağını düşünecek kadar aptal olamazsın. Halbuki çok akıllı biri olduğunu duymuştum."dedi Draco'nun annesi Narcissa.
   Bu son noktaydı. Ruhum artık bölünmüştü. Parçalanmıştı. Aklımda tek bir soru vardı.
"Neden?"dedim Draco'ya hitaben. Ancak o cevap vermek yerine sadece bir anlığına bana bakmıştı ve kafasına yere eğmişti.
"Başından beri her şey bir oyundu. Pansy aslında öldürülmedi. Sadece öldürdüğümüz geyiğin kanı onunkisine benzesin ve büyü olduğu tespit edilemesin diye çok güçlü bir büyü yapıldı."diye başladı Lucius." Pansy her şeyden haberdardı. Okula gelmemesi konusunda anlaşma yaptık. Ve sıra geldi bulanık arkadaşın Luna'ya. Tahminlerin doğru çıktı Hermonie. Senden intikam almak içim arkadaşın Aden onu kaçırdı fakat o lanet günlükte okuduğun ona güvenme cümlesi Draco'dan bahsediliyordu. Luna her şeyi babasından öğrenmişti. Planımız ortaya çıkmasın diye babasını ilk başta kaçırdık. Ve sonunda Aden'la anlaşma yapıp, Luna'yı kaçırmasını sağladık. O cümleden de Draco sayesinde haberimiz oldu. O, siz uyurken ortak salonunuza girip günlüğü okudu ve bize bildirdi."demişti Lucius.
Bu çok fazlaydı. Bir gün için bu kadar kara bilgi çok fazlaydı. Dayanamıyordum. Bağırmak, çığlık atmak, herkese zarar vermek istiyordum.
"Üstelik Draco artık bir ölüm yiyen. Ona görev verildi ve şimdi de oğlum o görevi yerine getirecek."Lucius bunu dediğinde bana yaklaşıp, kulağıma eğilip fısıltıyla-"Bulanıkları öldürecek."dediğinde "Hayır!"diye bağırıp asamı çıkaracaktım ki arkamda beliren bir başka ölüm yiyen buna engel oldu. Asamı Lucius aldı ve Draco'ya uzattı. Çığlık çığlığa ölüm yiyenden kurtulmak istiyordum fakat başarısızdım. Birden karşımızda Aden belirince geldi üçüncü dalga.
"Aden."dedim bitkin bir şekilde ona bakarken.
"Naber sevgilim."diye yanıma biraz daha yakınlaştı."Sana söylemiştim. Ben istediğimi alırım. Fakat alamıyorsam da başkasının olmasını izin vermem. Buna sen de dahilsin."diyince:
"Alçak! Bunu nasıl yaparsın?! Luna'nın hiç bir suçu yok!"diye bağırdım bir yandan beni tutan ölüm yiyenden kurtulmaya çalışarak.
"Evet! Fakat benim de hiç bir suçum yoktu beni reddettiğinde!"diye karşılık vermişti Aden.
"Sana söyledim! Hiç kimse, kimseyi zorla sevmek zorunda değil! Neden anlayamıyorsun bunu?!"diye bağırdığımda boğazımın yanmaya başlamasını hissetmiştim. Artık hiç iyi değildim. Ruhum kayboluyordu sanki. Tutmasalardı düşecekmişim gibiydim. Dünyanın, yer altının altısına kadar, magmaya kadar düşecektim sanki.
"Evet belki de öyle."birden gülmeye başlamamıştı Aden. "Ama senin gibi eşsiz bir papatya tanesini bulmak o kadar zor ki,"dediğinde saçlarımın bir tutamını eline aldı ve koklayıp, okşamaya başladı. "Sen diğerleri gibi değilsin Hermonie." Bitmiştim. Yıkılmıştım. Magmaya kadar düşmüştüm. "Ve seni sonsuza kadar seveceğim." Bu kadarı gerçekten de fazlaydı. Tanrım yardım et bana lütfen!
"Sen hastasın."dedim ağlamaklı ve fısıltı şeklinde. O an sinirlenmişti sözlerime, birden elini çenemin altını sertçe tuttu. Parmakları çenemi fazlasıyla sıkıyordu ki yüzüm biraz büzüşmüştü. "Bu dünyada beni bu hale getiren biri varsa o da sensin!"diye bağırdı.
"Ben hiç bir şey yapmadım."dedim aynı ağlamaklı sesle. Elini çenemin altından sertçe çektiğinde kafamı yere bakmaya zorladım. 
"Bu kadarı yeter. Yeterince zaman kaybettik. Oğlum, Draco. Hadi evlat zamanın geldi. Ne kadar acımasız ve kalpsiz bir ölüm yiyen olduğunu göster onlara."dedi Lucius, Draco'ya yakınlaşarak.
"Anlaşmamızı biliyorsun Malfoy! O benim!"diye öne atıldı Aden.
"Ah evet biliyorum. Sen de o ölürken izlemiş olursun."dedi sinsi bir şekilde Lucius.
"Böyle anlaşmamıştık Malfoy! Onu ben götürüp öldürecektim lanet arkadaşıyla birlikte!"diye bağırdı Aden.
"Öldürüp öldürmeyeceğini bilemeyiz sevgili dostum. Ancak o Draco tarafından öldürülecek."dedi Lucius.
"Ya kim öldürüyorsa öldürsün sonuçta öleceğiz bu dünden belli. Lütfen artık karar verseniz."diye öne atıldı Ron. Ölmeden önce bile komik şakalar yapabiliyorsa vay halimize!
"Sen sus Weasley."dedi üstten bir bakışla Lucius.
"Baba?"dedi birden Draco. "Düşündüm de efendimiz geldiğinde onların işini bitirsem? Böylece kendisi benim kana susamışlığımı görmüş olur."
"Babasının oğlu. Aferin sana Draco. Hücreye götürün onları!"diye emir verdi Lucius.
Bizi merdivenlerden aşağı indirip bir hücreye attılar. Beni tutan ölüm yiyen beni ittirdiğinde yere düşmüştüm. Gözlerim ağlamaktan şişmişti ve hiç bir şey umurumda değildi. Düştüğüm yerde oturuyor ve kafamı kaldıramıyordum. Onlar karşısında suçluydum, utanıyordum. Haklıydılar, başından beri haklıydılar.
Bir an birisi önüme geldi ve yere bastırdığım elimi tuttu. Kafamı kaldırınca Harry'nin gözleriyle karşılaştım. Kafasını iki yana salladı, ağlamamam ve kendimi suçlamamam için. "Senin suçun değil."dedi. Ağlarken gülümsemiştim ve kollarımı arkadaşımın boynuna doladım. Sarılmak gayet iyi gelmişti. Yeniden ruhum toparlanıyormuş gibi hissettim. Sonra bir an Harry arkasına döndü ve ben de onun baktığı yöne baktım. Ron'a bakıyorduk. Kendisi de sarılmak için can atıyor gibiydi fakat kızgın numarası yapıyordu. Sonra yanımıza koştu ve üçümüz birden sarıldık. Çok mutluydum. Arkadaşlarımı ne kadar çok sevdiğimi, onlarsız belki de böyle biri olamayacağımı düşündüm. Küçüklük anılarımızı hatırladım. Çoğu şeyi birlikte yaşadık.
"Özür dilerim."dedim fısıltıyla.

Devam edecek...

Unutma Beni/DramioneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin