𝙛𝙖𝙧𝙚𝙬𝙚𝙡𝙡

460 48 168
                                    

 üzgünümüzgünümüzgünümüzgünümüzgünümüzgünümüzgünümüzgünümüzgünümüzgünüm

etkilenebileceğiniz olaylar çok yine, eğer kötü olmanıza neden olacaksam ya da tetiklenebilecekseniz okumayın, sizi seviyorum, asla yalnız değilsiniz.



Gecenin karanlığını öfkeyle aşıyor far lambaları

İçinde bir canavar ve o çocuk

Yüzünde hala taze tokat izi, kırmızı dolanıyor elmacıklarında

Ruhunda çocukluğundan kalma bir küskünlük

Gururu yırtıyor ciğerlerini

Sımsıkı sarılmış vücudunu çevreleyen siyah kumaşa, kutsalmış gibi.

Kalbi sonsuz bir ritimle duraklarını atlayarak çarpıyor göğüs kafesine

Gizli saklı bıraktığı göz yaşları suluyor ince ince mezarını

Kopuyor, koparılıyor nefesinden

Okyanusu söküp almışlar ciğerlerinden,

Kutsalına arşın arşın artıyor uzaklık.

Bağırmaktan patlayan boğazı, avuçları delik deşik olmuş ve yer edinmiş tırnaklarının kanlı izi

Bir tanrı yokken bulanan zihninde, ilaha her şeyiyle yalvarıyor ölmek ya da o'na dönmek için.

Okyanusun mavisini sarmalayıp ruhuna bağlamak için.

Çığlık çığlığa yanıyor içi ama aciz bir kabullenişe esir olmuş varlığı

Acının ağırlığında eziliyor ve inliyor katledilen hisleri

Karanlığa teslim olmuşcasına tutuyor nefesini ve bilmiyor ruhuyla yeniden ne zaman yan yana gelebileceğini

Geride bıraktığı sarışın, okyanus kokan ruhuyla.

9 Ekim Sabahı

Tony damarlarındaki kanı evsiz bırakalı iki gün olmuştu. Cenaze sabahı gelmiş, havada insanın ruhunu yakan bir acı dolanıyordu sanki. Steve yavaşça araladı artık kırmızıya çalan gözlerini. Elindeki mektubu bilmem kaçıncı kez, ağlayarak okurken büzüşüp kalmış ve adeta sızmıştı. Güneş çoktan doğduğundan perdeleri aşıp geçmeye çalışan güneş ışınları, demetler halinde acıyla burkulmuş gibi yakıyordu Steve'in gözlerini. İstemeye istemeye doğruldu Tony'nin yatağından. Elindeki mektubu bir kez daha okuyup usulca öptü. Yatağı güzelce  toparladı, Tony gelirse diye. Tam yanındaki çekmeceyi açtı mektup için bir yer ararken ve gördüğü tabancayla gözleri irileşti. Siyah, parlak tabancayı alıp bir süre süzdü, üzerinde parmak izleri vardı, yüksek ihtimalle Tony'e ait olan. Parmaklarını gezdirdi ve sildi üzerindeki izleri kendininkiyle. Önce elindeki tabancayı tam yanına da mektubu koyup kapattı çekmeceyi. Telefonundan gelen ışığı görünce gözleri yeniden doldu. En son görmezden geldiği o ışık, çalmıştı ondan ruhunu. Natasha'nın onu birkaç kez aradığını görünce korktu Tony için çok geç kalmaktan ve tuşladı kızıl saçlının numarasını. 

Saçlarını Tony'nin sevdiği gibi taradı, altı yıl önce ''Saçların böyle çok güzel'' demişti ya, öyle olmalıydı. En siyah takımını giydi ama kapatmadı kanayan hislerini, on dakika içinde hazır olup koridorlara sürükledi kendini. Duvarların pütürtüsü parmak uçlarında yankılanırken Tony'den bir iz aradı boş duvarlarda, çerçevelerde ve bazen pencere kenarlarında. Duyduğu korna sesiyle dışarı çıkıp kendisini bekleyen kadına eşlik etti. Kırmızı saçlarına denk dudakları titriyordu, yeşil gözleri çoktan bulanmış, siyah elbisesi bile acı çektiğini bağırıyordu sanki ama yüzüne baktığınızda anlardınız evrenin en güçlü kadını olduğunu. Sesi hiç titremeden konuşabiliyor, titreyen kirpiklerine aldırmadan tek damla gözyaşı dökmeden durabiliyordu. Birkaç dakika süren yolculuğun ardından küçük kilisenin önünde durdu araba. Steve titreyen bacaklarını sakinleştirmeye çalışırken oraya yığılıverecekti sanki. Tony'i görecekti yıllar sonra, damarlarında tek damla kan, ciğerlerinde nefes yokken hemde. Dolan gözlerini tutmaya çalışarak girdi kilisenin kapısından. Odanın iki tarafı oturaklarla kaplıydı, uzun bir yol vardı ilerideki tabuta. Başında iki kişi. Howard Stark cenazeye katılmamıştı, annesini ve babasını istememişti Tony. O yürürken uzun aralıkta, tabutun başındaki iki kişi de çıkışa yürüyordu. Uzun boylu, ağaran saçlarıyla bir adam ve kolunda yürümekte zorlanan zarif bir kadın. Gözlerinde hapsolan yaşlardan göremese de adı gibi biliyordu kim olduklarını. Karşı karşıya geldikleri anda durdu Steve de kadın da. Turuncu saçlarına yapılan basit topuz dağılmış, burnunun ucu kızarmıştı kadının, gözleri duman olup göğe karışmış gibiydi sanki, durmadan akan gözyaşları da. Steve'i gördüğü an sarıldı sımsıkı, kimsenin sarılamayacağı kadar şefkat dolu. Vücunun tüm ağırlığı gitti o an, tüm kasları gevşedi ve serbest bıraktı gözyaşlarını Steve. Kısa boylu kadının kucağında hıçkırıklar eşliğinde ağlıyordu o sırtını sıvazlarken. Uzun süre doğrulamadı geri, kafasını kaldırdığında kadın gözyaşlarını sildi önce, sonra da sarı saçlarını düzeltti eliyle. Gülümsedi ona, hiçbir ailenin veremeyeceği hisleri bahşetti  Steve'in öksüz yüreğine.

𝐬𝐮𝐢𝐜𝐢𝐝𝐞 𝐦𝐞𝐬𝐬𝐚𝐠𝐞 • 𝐬𝐭𝐨𝐧𝐲Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin