BÖLÜM 12

2.2K 66 0
                                        

   Kendimi bu anın basit bir kamera şakası olmadığına filan inandırmak istiyordum. Ciddi anlamda Ömür’ün dudaklarının şu anda sadece birkaç santim uzağımda olduğunu bilmek içimde adını koyamadığım fazlasıyla garip duygular uyandırıyordu. Ömür bana daha da yaklaşırken huzurla gözlerimi kapatıp büyük buluşmayı bekledim. Ve işte o an da hemen önünde bulunduğumuz kapının açılmasıyla ikimiz de elektrik çarpmış gibi uzaklaşmıştık birbirimizden. Elim ayağım birbirine dolaşmıştı. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Bir de utancımdan ne Ömür’e ne de henüz kim olduğunu bilmediğim kapıdaki kişiye bakabiliyordum. Bu haksızlık değil miydi? Uzun zamandır - belki de ikimizin de- beklediğimiz andı. Tamam, Melis sakin ol. Eğer kapıdaki teyzense sen öldün. Eğer eniştense sen yine öldün. Evet, şimdi cesaretimi toplayıp başımı kaldıracağım. Bir, iki ve üç. Yavaşça başımı kapıya çevirdim. Hayrı, hayır. Bu gerçek değil, değil mi? Galiba tahmin etmişsinizdir. Kapıda gözlerini kısmış sinsi bakışlar fırlatan ve aynı zamandan bizden bir açıklama bekleyen kişi benim canım (!) kuzenim Emre’den başkası değildi. Allah’ım bu çocuk sürpriz yumurta gibi her güzel anın içinden çıkmak zorunda mı?

“Sanırım siz de vedalaşıyordunuz?”

  Ortamdaki elle tutulur gerginliği bozan kişi yine Emre olmuştu. Neden böyle iğneleyici ki? Neden? Neden? Neden?

“Ah şey. Aslında evet. Görüşürüz millet!”

  Ve Ömür kaçar. Piç herif. Sana bunu ödeteceğim. Artık Emre ile baş başa kaldığıma göre yargısız infaz başlasın!

“Meliscim, canım benim. Gel bakıyım sen şöyle içeri.”

  Başımı mağdur mağdur salladım. Emre de beni beklemeden içeri girmişti zaten. Öküz! Bari poşetlerimi taşı be! Eğilip yerdeki poşetlerimi elime aldım ve içeri girdim. Salona ilk adımımı korkarak attığımı itiraf etmeliyim. Ne var ki teyzem ve eniştemin orada olmadığını gördüğümde oldukça rahatladım. Aslında ufak bir sorun vardı ki, o da şu anda salondaki üçlü koltuğa yayılmış olan Emre.

“Otursana tatlım.”

  Anlamayan gözlerle Emre’ye baktım.

“Otur dedim Melis.”

  Evet, işte gerçek Emre bu. Dediğini yapıp gözleriyle işaret ettiği –tam karşısındaki- tekli koltuğa geçtim. Dimdik oturup ellerimi dizlerimin üzerine koydum. Aslında yapmaya çalıştığım şey,  masum görünmekti. Yani belki bana acır diye. Ama dediğim gibi. Benimkisi sadece minicik ama minicik bir umut.

**

  Yaklaşık beş dakikadır ortam oldukça sessiz. Emre’nin tek yaptığı şey bana dik dik bakmak. Bense yerimde rahatsızca kıvranıyordum. İşte bu gerçekten can sıkıcı olmaya başladı.

“Sizi gördüm.”

  Hay Emre ya. Acaba ne gördü? İyi de bir şey yapmadık ki. Yani tamam kapı açılmasa belki de, of tamam kapı açılmasa yapacaktık ama Emre içine etmişti işte. Bir dakika. Bir sorun var.

“Kapı merceğinden gördüm hem de.”

  İşte ben de bundan bahsediyordum. Tam Emre’nin yapacağı bir şey değil mi?

“Bak Melis. Sana kızmayacağım.”

  Allah’ım şükürler olsun.

“Yani sonuçta kendi kararlarını verebilecek yaştasın.”

“Peki madem ben odama gideyim.”

  Tam yerimden kalkmıştım ki..

“Otur yerine.”

TATİLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin