Alnımdan başlayıp şakaklarımdan ve devamında yanaklarımı geçip çenemin altında son bulan, tüy gibi ve içimi bir değişik eden kadifemsi dokunuşun bedenimde uyandırdığı dürtüyle gülümseyerek gözlerimi açtım. Her zamanki gibi ilk dikkatimi çeken şey kıvırcık kahve saçları olmuştu ve ardından gökyüzünü kıskandıracak tonuyla ışıl ışıl bakan masmavi gözleri. Allah’ım öldüm mü yoksa rüyada mıyım diye düşünüyordum ancak hala çenemin altında olan eli bayağı gerçekti. Ve bu dokunuşu içimde bazı duyguların kıvılcımlanmasına neden olmuştu. Nasıl derler? Nahoş duygular. Ömürcüğümün mükemmelliğine karşın ben yeni uyanmış, gözler şiş ve eminim saçlar karışık bir vaziyette bön bön bakıyordum ona. Sanırım bakışlarımdan utanmış olacak ki elini yavaşça çekti çenemden. Hey Melis kendine gel! Sen ona küssün. Ben de iç sesim ne zamandır ortalarda yok diyordum. Kendini gösterdi sonunda. Şükür kavuşturana. Ama bir şey vardı ki bu sefer gerçekten haklıydı içimdeki Melis. Yaptıklarını hala unutabilmiş değildim. Ki henüz üstünden iki gün ve birkaç saat geçmişti.
“Melis, ben senden ne kadar özür dilesem az. Yaptığım büyük bir şerefsizlikti. Eşek herifin tekiyim ben. N’olur affet bizi. O kadar pişmanız ki. Hele ben.”
Hey hey bir dakika. Olum bu benden özür diledi resmen. Ben de bu arada oyun hamuru kıvamında yumuşamış olabilirim yani.
“Melis, cevap vermeyecek misin?”
“Beni o kadar kırdınız ki.”
“Biliyorum. Özür dilerim. Affettin mi?”
Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ama zaten benimde beklediğim bu değil miydi? Oldu işte. Sanırım daha fazla uzatmanın da bir anlamı yok. Bunun için gülümseyerek başımı sallayıp yattığım yerden doğruldum. Üzerimdeki ince pike tüy gibi kayıp gitmişti. Ve Ömür’ün gözlerini üzerimde hissettim. Gözlerini takip ettiğim sırada üzerimdeki siyah saten geceliğe baktığını fark ettim. Hadi ama bakılmayacak gibi değil ki zaten. Birden titremeye başlayan ellerimle, pikeyi tekrar üzerime çekmeme Ömür’ün elleri engel olmuştu. Ellerimi yanıma koyup kendisi örttü pikeyi göğsümün yukarısına kadar. Ne zaman eğdiğimi bilmediğim başımı kaldırıp ona baktım. Aramızdaki mesafe oldukça tehlikeliydi ki zaten beynimin içinde kocaman bir fil ordusu tehlike çanlarını çalmaya başlamıştı bile. Ama onları takan kimdi ki? Buraya geldiğimden beri beklediğim fırsat ayağıma gelmişti. Bana da onu buyur etmek düşer değil mi ama? Yüzlerimiz arasında santimler vardı. Ömür’ün gözleri dudaklarıma kaydı. Yüzü yüzüme daha da yaklaşırken aklımdan geçen neydi bilmiyorum ama dudaklarımızı birleştiren ben oldum. Ömür zaten sanki bunu bekliyormuş gibi anında karşılık vermişti bana. Bu, bu kesinlikle mükemmel bir histi. Dudaklarım karıncalanıyormuş gibiydi. Vücudum alev alıyordu sanki. Hiçbir şeye benzemiyordu tadı. Ellerimi saçlarından geçirip kendime çektim onu. Bir elini belime koyarken neredeyse üzerimde gibiydi. Yaşadığım his tarif edilemezdi. Belki de şu hayatta başıma gelen en güzel şey! Bir süre sonra Ömür yavaşça benden ayrıldı. Yüzünde her zamanki çarpık gülüşü vardı. Kızarmış bahçe domateslerinden farkım olmadığına emindim neredeyse.
“Aşağıda bekliyorum sevgilim.”
Sevgilim. Sevgilim. Sevgilim. Allah’ım çok mesudum. Bir yanım bunun olduğuna inanamıyorken diğer yanım –ki o ben oluyorum- hemen yataktan fırlamış ve dolabın karşısına geçmişti bile. Herhalde hiç bu kadar hızlı hazırlanmamıştım. Yani bu bir rekor sayılırdı. Annem olsaydı ağlardı mutluluktan. Canım benim. Aceleyle üstüme geçirdiklerimi kontrol edip son kez aynaya baktım. Ve odamın kapısını açıp dışarı adımımı attığım anda ayağımın boşluğa gelmesiyle yataktan fırlamam bir oldu.