Yaşadığım şoku üzerimden atmaya çalışırken Emre’ye baktım. O da neler olduğunu anlamamış ve en az benim kadar şaşırmış görünüyordu. Emre yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirip Buse ve Ömür’e geçmeleri için koltukları gösterdi. Kenara çekilip onların oturmalarını bekledim. Buse ver Ömür üçlü koltukta yerlerini alırken ben ve Emre kenardaki iki tekli koltuğu tercih etmiştik. Ortamda derin bir sessizlik vardı. Emre’ye bakıp çaktırmadan kaş göz işareti yapmaya çalıştım. O bunun anlamını biliyordu zaten.
“E çocuklar. Sürpriz oldu baya. Yani siz- gözleriyle hala el ele olan ellerini işaret ederek- şey mi?”
Buse’nin dudaklarının kenarı kıvrıldı ve başını salladı. Ömür konuşmadan önce gözlerime baktı ve ardından Buse’ye bakıp gülümsedi.
“Evet, şansımızı denemeye karar verdik. Henüz çok yeni. Sadece iki gün oldu.”
İki gün mü? Lanet olsun Ömür! Seni aptal moron! Her şeyi yanlış anladın.
“Abi sen benle bir yukarı gelsene. Pes 12’de göstermek istediğim bir şey var.”
Emre’ye kocaman gözlerimle baktım. Allah aşkına Pes 12’nin sırası mıydı şimdi?
“Melis, sen de git mutfağa bir şeyler hazırla. Birazdan geliyoruz biz.”
Şok üstüne ikinci şok! Bu çocuk kesinlikle kafayı yemiş. Emre önden giderken Ömür de peşinden takip etti. Buse ile koca salonda yalnız kalmak mı? Asla.
“Ben o zaman mutfağa gideyim.”
Zoraki bir gülümseme yolladım.
“Ben de geleyim. Yardım ederim hem.”
Buse ile salondan daha küçük olan mutfakta yalnız kalmak mı? En azından bıçakların yerini sadece ben biliyorum. Melis 1-0 önde.
Mutfağa yönelirken merdiven tarafına küçük bir bakış attım. Bunu sana ödeteceğim Emre. Mutfağa girdiğimiz de Buse tezgâha yaslandı. Güya yardım edecekti! O yokmuş gibi davranmaya karar verip buzdolabına yöneldim. Teyzem evde her zaman davetsiz misafirler için bir şeyler bulundururdu. Ağlayan kekin bulunduğu bor camı tek elimle tutup bir yandan dolabın kapağını kapatmaya çalışıyordum ki Buse yanıma gelip bor camı aldı. Gülümseyen yüzüne şaşırmadan edemedim. Bunun yanında ufak bir gülümseme de ben sundum. Küçük kavanozdaki çikolata sosunu da elime alıp dolabın kapağını kapattım.
“Spatula nerede?”
Kek zaten önceden dilimlendiği için şanslıydım. Bıçakların yerini hala bilmiyordu. Üstten ikinci çekmeceyi açıp küçük bir spatulayı Buse’ye uzattım. Gülümseyerek elimden aldı. Sanırım biri bu kıza büyü filan yapmış. Adı da şöyle olmalı. Sırıtma büyüsü. Evet, evet. Kesinlikle öyle olmalı.
“Melis. Tabaklar?”
Köşedeki dolabı gösterdim. Buse tabakları alırken, ben de saklama kabından kurabiye çıkarıyordum. Arkamı dönmem ile Buse’yi dibimde görmem bir oldu. Önce korkmuştum ta ki elindeki kek konmuş tabakları görene kadar. Amma da panikatak oldum. Neyse. Elindeki tabaklara üçer tane kurabiye koyup bardakları çıkarmak için tekrar dolaplara yöneldim.
“Bir şey söylemedin.”
“Ne gibi bir şey?”
Bu kız gelmeden önce bir şey mi içmiş ya?
“Bilmem. O sana kalmış. Yani ben ve Ömür hakkında.”
Sessizliğinin nedeni şimdi belli oldu.
