Lanet telefonlar! Allah aşkına bir telefon sabahın köründe neden çalar ki? Hem de ısrarla! Başucumdaki komodinimin üzerindeki nihayet telefonumu el yordamı ile bulduktan sonra bu saatte arayanın kim olduğuna bakmak için tek gözümü açıp ekrandaki isme odaklandım. ANNEM.
“Günaydın annelerin en tatlısı, en güzeli, en canımın içisi.”
Annemin nefes verişini duydum. Bu tür yalakalıklarımdan hiç hoşlanmazdı. Hadi ama Meral Çakır’dan bahsediyoruz!
“Günaydın mı? Günaydın öyle mi? Yavrum saat kaç senin haberin var mı? Ama ben biliyordum. Hep Betül yüzünden. Bu kadar gevşek olursa olacağı da buydu zaten. Saat olmuş iki. Kız daha yeni uyanıyor…”
Sanırım annemin birazcık geveze olduğundan daha önce bahsetmemiştim. Artık biliyorsunuz. Ve ben de biliyorum ki eğer derhal müdahale etmezsem annem telefonu kapatsam bile ancak yarım saat sonra fark edecek.
“Anne.”
“Ben diyorum ama hep. Bu kız küçükken de böyleydi. Üniversiteye başlayacak, şunun şurasında iki haftası kaldı, daha geç uyanıyor. Oldu canım!..”
“Anne.”
“İlerde evi barkı olunca da aynısını yapar şimdi. O zaman uğraş dur kayınvalideymiş, damatmış. Ben kızımı sokakta bulmadım ama. Bende o göz var mı hiç? Ezdirtmem ben kızımı...”
Şimdi birkaç dakika geri alırsak sizin de bildiğiniz üzere her şey anneme günaydın dememle başladı. O günaydını diyen dilime eşek arıları.. İş anneme kalınca şekil 1a da görüldüğü gibi beni telefonda evlendirip çoluk çocuğa kattı. Hayır, anlamıyorum ki laf nasıl geldi buraya. Kim bilir telefonu kulağımdan uzaklaştırdığım sıralarda neler dedi daha duymadığım. Ve üzgünüm anne ama bana başka seçenek bırakmadın. İçime her ne kadar öküz de otursa aramayı sonlandır yazısı benim için sonsuz sessizliğin başlangıcı olmuştu. Telefonumu aldığım yere –komodinimin üzerine- bıraktıktan sonra gözlerimi huzurla kapatıp yastığıma başımı koyuyordum ki odayı dolduran zil sesime sesli bir küfür savurdum. Hadi ama! Bu kadar erken fark etmemesi gerekiyordu.
“Melis yaptığın ayıp tamam mı? Hiç annenin yüzüne telefon kapatılır mı? İlerde el âlem ne der sonra? Yani valla ayıp. Çok ayıp, çok ayıp.”
“Anne hadi ama! Tamam ayıp. Sadede gelsek?”
“Hah ben de onu diyordum işte.”
“Ahaha gerçekten miiii?”
“Terbiyesiz kız. Nasıl böyle oldun anlamıyorum ki? Neyse bak, yavrum toparlandın demi iyice? Bir gün sonra geliyorsun. Bak bir eşyanı filan unutma. İyice kontrol et ne koydun ne koymadın. Tamam mı güzel kızım?”
Sıkıntıyla ofladım.
“Tamam anne. Zaten arayıp her gün hatırlatıyorsun. Unutmam imkânsız oldu sayende.”
“Yavrum arayıp da kötü mü yapıyorum? Özledim seni ne yapayım?”
“Anneee ağlayacak ne var bunda? Canımın içi iki gün sonra yanındayım işte.”
“Biliyorum, biliyorum. Tamam. Bak dediklerimi unutma. Kızım kapı çalıyor, herkese çok selam söyle. Görüşürüz.”
“Görüşürüz anne. Babamı öp benim için.”
“Tamam tatlım.”
Bu sefer gerçekten sonsuz sessizlik için yatağıma uzandım. Açık pencereden içeri giren ılık rüzgâr yüzüme hoş bir gülümseme yayılmasına sebep oluyordu. Kuş cıvıltıları, ağaç yapraklarının rüzgârın etkisiyle hışırdarken çıkardığı yumuşak ses ve kapı tıklatılması. Biraz önce sonsuz sessizlik mi demiştim? Kendini kandırmaya devam et Melis.