bölüm 20: kayıtsızca öğrenmek

720 87 70
                                    

iyi okumalar♡


---

Parka gelmeden önce Jackson'ın araması üzerine onlara akşam yemeğine gitmeyi yapacak hiçbir şeyim olmadığı için kabul etmiştim.

Saat on ikiye yaklaşırken parka ulaşmıştım, Youngjae'nin gelmesini beklerken bir ağacın gövdesine yaslanmıştım. Evet, onunla bir şekilde konuşmak zorundaydım.

Onu parka çağıran kişi de bendim, evet ben Lim Jaebeom. Gerçekten tuhaf değil mi?

Dün tuvaletten çıktıktan sonra sürekli olarak boynunu tutarak gezmişti.

Birkaç dakika sonra Youngjae parka girmişti, mesajın benden olduğunu bilmediğine emindim. Bir süre etrafta bakışlarını gezdirip tekrar elindeki telefona bakmaya başlamıştı.

Ona yaklaştığımda ise şaşırmıştı. Üstünde beyaz bir gömlek vardı ve altında da siyah kot pantolon. Saçları dağınıktı ama yine de hoş görünüyordu.

"Sen?" kaşlarını kaldırıp bana bakmaya başlamıştı.

"Evet ben, seni buraya çağıran kişi." sırıtıp cevap verdim.

Koca parkta Youngjae'yle birlikte yalnız kalmak garipti.

"Beni neden buraya çağırdın?" yüzündeki soğuk ifadeyi korurken sormuştu.

"Dün neden aniden garip davranmaya başladın?" diye sordum, gerçekten merak ediyordum.

"Ne?" diye sordu, kaşlarını çatmıştı.

"Tuvaletten döndüğünde, endişeli ve aceleci görünüyordun. Neden?" bir adım atıp ona daha çok yaklaştım.

"Öyle değildim. Acelen yoktu ve hiçbir şey için endişelenmedim." gözlerini kaçırıp cevap vermişti.

"Neden sürekli olarak boynunu kapatıp gezdin?" diye sordum, boynunun sol tarafını göstererek.

"Ah hiçbir şey yoktu. Sadece kaşıntı vardı ve bu sürekli olan bir şey." boynunu ovuşturarak cevap verdi.

Gözlerim boynundaki ellerine oradan da boynuna kaydığında o kısmın hafif parladığını fark etmiştim. Kaşlarımı kaldırdım.

Bir şey sürmüştü oraya.

"Neden boynunda kapatıcı var?" diye sordum ona bir adım daha yaklaşarak.

"Neden umursuyorsun ki?"

Sesi çok soğuktu ama eylemleri yanlıştı.

Gömleğinin düğmeleriyle oynuyordu, göz teması kurmuyordu. Bunlar yalan söylediğini açıkça belli eden şeylerdi.

"Seni orada yalnız bıraktıktan sonra bir şeyler olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun?" kaşlarımı kaldırarak sordum.

"Ne olmuş? Sadece tuvalete gittim." kaşlarını çattı tekrar.

"Yapma."

"Ne yapıyorum?" diye sordu öfkeyle.

"Yalan söylemeyi bırak." dediğimde kıkırdayıp gülmeye başladı, bakışlarını bana çevirmişti.

"Neyden bahsediyorsun?" gülmeye devam ediyordu.

Sinirlenmeye başlamıştım. Öfkemi kontrol edemediğim sırada ise kolunu sertçe tutmuştum ve gözleri korkuyla genişlemişti.

"Şimdi ben daha fazla sinirlenmeden önce, bana gerçeği söyle. Ne saklıyorsun?" sersemlemişti, bir süre sessiz kaldı.

"Öğrenirsen ne olacak?" dediğinde, kolunu tutan elimi daha da sıkılaştırdım.

"Önce söyle, ona sonra bakacağım." dişlerimin arasından mırıldandım.

Daha fazla beklemeden kolunu kurtarmak için kıvranmayı bırkatı ve iç çekti.

"Ciddi bir şey yok, sadece kendimi yaraladım." sinirle parlayan gözlerini bana çevirip cevap verdi.

Kaşlarımı tekrar kaldırıp ona şüpheyle bakmaya devam ederken hiç tepki vermemişti.

"Hâlâ gerçeği söylemiyorsun, neden kendine zarar veresin ki, başka birine zarar verebilirdin." kendimi işaret edip konuştum.

Kolunu serbest bırakıp elimi boynunun sol tarafına götürdüm. Bileğimi tutup beni uzaklaştırmaya çalışmıştı.

Arka cebimden mendilimi çıkarıp boynunu silmeye başladım.

"Gitmeme izin ver." dedi neredeyse bağırarak.

Belini tuttum ve onu kendime doğru çekip geriye kaçmasına engel oldum. Biraz daha boynunu sildiğimde nir morlukla karşılaşmıştım.

Sikeyim bir hickey vardı.

Tutuşumu gevşettim ve kolumu belinden çektim. Bakışlarımı boynundan çekemiyordum ve o da aramızdaki mesafeyi genişletmemişti.

"Saldırıya mı uğradın?" neredeyse bağırarak sorarcasına konuştum. Boynunu hızla kapatmıştı ama ben çoktan görmüştüm.

"Evet öyle oldu ama sizin yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu." bana bakarken konuştu.

"Neden bize söylemedin?" ona karşı sinirli hissediyordum.

"Hiçbiriniz bir şey yapamazdınız. Bu yüzden kimseye söylememeyi planlıyordum ama Yugyeom gördüğü için ona söylemek zorunda kalmıştım." aynı sinirle cevap verdi.

"Bunu bize söylemeliydin! Eğer saldırıya uğradığını ve yaralandığını koç öğrenirse seni takımdan kovabilir!" bağırdığımda daha da sinirlenmiş gibiydi.

"İyiyim ben! Bu daha öncekiler kadar büyük değil ama aynı kişidendi!" bağırıp bana yaklaştı.

Yani yine Jungkook'tu, değil mi?

Yakamı sertçe tutup beni kendine çekip göğüslerimizin birbirine çarpmasına neden oldu. Dişlerini gıcırdatıp bir şeyler mırıldandı, dalgalı perçemleri gözlerinin üstüne düşmüştü.

Tamam, şu an sinirli olabilirdi ama benden kısaydı ve bu onu hiçte korkutucu göstermiyordu.

"Kimseye bundan bahsetme." diye uyardı beni.

Kendi kendime alay ettim onunla, bileğini tuttum. "Peki söylersem ne yaparsın?" diye sordum gözlerine bakarken.

"Vurmak için ellerim, tekmelemek için bacaklarım var. Senin ise bu durum karşılığında yapabileceğin hiçbir şey yok." hâlâ yakalarımı tutarken emin bir şekilde konuşmuştu.

"Şey Choi, öpülecek dudaklarım var, hormonlarını kontrol edebilecek dilim var ve unutmayalım, öldürücü görünüyorum." fısıldayıp gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

Gözlerini devirdi ve geri çekildi, ellerini yakalarımdan çekmişti.

"Yerin altı metre altında olan çocuk gelmiş öldürücü göründüğünü söylüyor." dedi ve beni yalnız bırakmak için uzaklaşmaya başladı.

İlerleyip bileğini tuttum, onu kendime döndürdüm ve ellerimi yanaklarına koydum.

"Unutma, eğer tekrar böyle bir şey olursa bize söylemelisin." derken yanaklarındaki ellerim göğüslerine inmişti. "Bizim de bilmeye hakkımız var."

"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
bully and fuckboy |2jae - çeviri|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin