Gözyaşlarımla beraber koşar adımlarla yurda doğru giderken bana uzatılan gözlere aldırmadan hıçkıra hıçkıra devam ediyordum. Nasıl bu kadar adi davrana bilirdi ya? O kim oluyordu da bana böyle bir şey diyordu. Kendisine çok büyük bir düşman kazanmıştı. Yurdun önüne geldiğimde ikinci günümün böyle lanet bir gün olması o kadar can sıkıcıydı ki... Tam binadan içeriye gireceğim sırada arkamdan birisinin seslendiğini duydum. Arkamı döndüğümde o gece çardakta gördüğüm çocuk karşımda duruyordu.
"O gün sen yanlış anladın. Öyle birisi değilim. Biliyorum şu an çok berbat hissediyorsun ama derdini anlatacak birin yok. Ben olabilirim." Nefes almadan kelimeleri sarf ettiğinde yüzündeki hüznü fark ettim. Doğruyu söylüyordu. Belki de tanışmak için oturmuştu oraya.
"Ben..." dedim son nefeslerimi kullanırken. Son nefesim diyordum çünkü hıçkırmaktan nefes alamıyordum. Ben, dedim. Devamında ne diyecektim? Nasıl devamını getirecektim? Hangi sözlerle, hangi duygularla bu hüzünlü adamın söylediklerine cevap verecektim?
"Bana güvenebilirsin. Belki iyi tanışamadık ama yeni sayfalar hiçbir zaman tükenmez," dedi. Güvenebilirdim. Karşımdaki bu sarışın çocuğa güvenebilirdim. Karşımdaki bu yeşil gözlere içimdekileri dökebilirdim. Ellerimle yolu gösterdiğimde önden yürümeye başladı. Dün gece karşılaştığımız çardağa doğru yolda giderken karşı kaldırımda Masal, Tuğrul, Nisa, Mert ve Ateş'i gördüm. Onu görmemle birlikte hissettiğim bu duygu neydi? Kesinlikle nefretti. Yani umarım...
Çardağa geçip oturduğumuzda yine bir bacağını öbürünün üzerine erkeklere has bir biçimde attı. Gözlerini üzerime diktiğinde bir şey soracak gibi bakıyordu. "Anlat hadi. Dök içini ve sonra rahatladığını gör," dedi. Hala yanaklarımdan yaşlar süzülüyordu. "Adın ne?" diye sordum. Merak ediyordum bu karşımdaki adamı. Bana kollarını açıp gel içini ban dök, diyen adamı merak ediyordum.
"Oğuz," dedi gözleri üzerimdeyken. Daha sonra ayağa kalkıp cebinden bir peçete paketi çıkardı ve içinden bir tane alıp bana uzattı. Elindeki peçeteyi alıp başımla teşekkür ettiğimi belirttim ve anlatmaya başladım.
"İlk defa İstanbul'a geliyorum. İlk defa ailemden uzağım. Ailem dediğim de babamdan," dediğimde sorgular biçimde gözlerime baktı. Haklısın Oğuz neden sadece babam değil mi? "Sadece babam çünkü annem benim için yok. Hiçbir zaman bana ilgi göstermedi bende yok sayıyorum," dediğimde başını salladı. "Demin bir çocuk onu öpmemi istedi ve bu yüzden sinirlerim bozuldu. O yüzden ağlıyorum. Yanımda kimse olmadığı için..."
"Yanılıyors-"
"Yanılmıyorum Oğuz. Ben yalnız doğdum ve böyle öleceğim. Görmüyor musun burada, bu koca şehirde yalnızım. Kimsem yok ve tanımadığım sana içimi döküyorum. Bu kadar aciz bir durumdayım," derken başını olumsuz anlamda salladı. Daha sonra ayağa kalktı ve çardaktan çıktı. Arkasından bakıyorken o birden arkasını döndü ve "Bu şehirde artık senin yanında biri var ve onun adı da Oğuz Kaya," dedi ve gecenin karanlığında ay ışığının uzandığı yere kadar gitti. Gittikten sonra telefonum çalmaya başladı. Kim olduğuna bakınca onu iyice meraklandırdığımı anladım.
Masal arıyor...
"Efendim Masal," dedim. Sesimi düzgün çıkarmaya çalışsam da ağlamadan sonra böyle bir şey pek mümkün olmuyordu.
"Neredesin kızım ya? Hemen söyle yerini."
"Yurdun arkasındaki çardaktayım," dediğimde telefon kapandı. Aldırmadan cebime attığımda kafamı geriye doğru atarak gökyüzüne baktım. Yıldızları görüyordum ama gezegenleri maalesef... Keşke onları da görebilseydim. Hatta en çok Satürn'ü merak ediyordum. Çevresindeki halka, o halkayı oluşturan taş parçacıkları... Hepsini küçüklüğümden beri merak ederdim.
![](https://img.wattpad.com/cover/217766123-288-k808517.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEDEL (Tamamlandı)
Fiksi RemajaBir seçim... Bir yolculuk... Ve yarım bir dövme... Rüya İpek üniversite için tercihine İstanbul'u yazmıştır ve oraya gitmiştir. İstanbul'un hareketli yaşamına alışamayan Rüya kendisini ders çalışarak motive eder. Üniversite partilerinden habersizdir...